Translate

28 Şubat 2021 Pazar

Seyahatnameler Işığında Evliya Çelebi

                           

Emine Naz GÖZÜKAN

    Tüm dünya tarafından seyyahların büyüğü ve Türk büyükleri arasından özel bir yere sahipliği ile kabul gören ve Osmanlının yerel seyyahlarından olan seyyah Evliya Çelebi 25 Mart 1611 tarihinde İstanbul'un Unkapanı semtinde dünyaya gelmiştir. XVII. asır seyyahlarından olan Çelebinin adı '' Evliya'' olup bizzat babası tarafından devrin büyük imamlarından olan ''Evliya Mehmet Efendi'' 'ye hürmet göstermek adına verilmiştir. İstanbul'da dünyaya gelen seyyahın soyu Kütahya'ya dayanmakta olup oradan göç edip İstanbul'a yerleşmeleri İstanbul'un Sultan 1. Mehmet tarafından fethedilmesinin ardından gerçekleşmiştir. Kendisine dair olan bilgilere ulaşmamız da bizzat kendisi tarafından yazılan 10 ciltten oluşan seyahatnamesi aracılığıyla olmaktadır. Evliya Çelebinin babası olan Derviş Mehmet Zilli Osmanlı sarayında kuyumcubaşı görevini yapmaktaydı. Seyyah aynı zamanda annesi tarafından Melek Ahmed Paşa ile akrabaydı ve onun saraya alınmasında da Ahmed Paşa etkili olmuştu. İyi bir eğitim alan Çelebi aynı zamanda şiir ve musiki ile de ilgilendi. Bunun yanında Rumca, Arapça ve Farsça dillerini bilmekteydi. 
    Evliya Çelebinin saraya alındığı zamanda Osmanlı hanedanının başında IV. Murat (1612-1640) bulunuyordu ve Çelebinin 1635 Ramazan ayında Ayasofya Camiinde okuduğu mukabeleden etkilenen sultan onu saraya musahib vazifesi için almıştı.  İki yıl süren muhasib vazifesinin ardından saraydan ayrılan Çelebi adını bütün dünyaya duyuracak olan seyahatlerine başlamış Osmanlı topraklarını karış karış gezmişti. Onda oluşan bu seyahat etme fikri ta çocukluğundan babasının ve çevresindeki tanıdıkların anlattıkları ile büyümesine dayanmaktaydı. Aslında kendisi yazdığı seyahatnamesinde bu durumu anlatırken gördüğü rüyanın etkisi ile gezip görmenin onun için makbul olan olduğunu belirtmektedir. 
    Seyahatlerini 10 ciltlik şekilde tasarlayan seyyah birinci cildinde yaptığı kısa gezileri İstanbul'u, anlatmıştır. Ayrıca gezip görme isteğinin nedenini anlatmakta olup İstanbul'un kapılarından, her dildeki adlarından, camilerinden, tılsımlı yerlerinden bahsetmiş olup bir İstanbul yerel tarihi ortaya koymuştur.
Resim ALI TOMA tarafından Pixabay'a yüklendi



    İkinci cildinde ise Bursa gezisinden, Azerbaycan, Trabzon, Erzurum, Girit, Gürcistan gezilerine yer vermektedir. Eserini abartılı bir dille yazdığı bilindiğinden abartılı hikayeleri de eklediği bilinmektedir. Bu duruma örnek olarak Azak kalesi bozgunu dönüşü bindiği teknenin yakalandığı fırtınayı anlatması aktarılabilir. 


    Üçüncü cildi bir Osmanlı kültür tarihi mahiyetinde olup hanlar, hamamlar, medreseler ve camiler en ince ayrıntılarına kadar kaydedilmiştir. Bu ciltte Afrika kıtasında Suriye, Asya kıtasında Ermenistan, Avrupa kıtasında Rumeli şehirleri doğal güzellikleri ile anlatılmıştır. 



    Dördüncü cilt bir Türkiye tarihi aktarımı olup özellikle de İstanbul çevresinden Doğu Anadolu'ya Van'a kadar olan bütün kasabalar birer birer ele alınmış olup Malatya'dan, Ahlattan, Diyarbakır'dan, Mardin'den bahsedilmiştir. 


    Beşinci cilt yerel bir Trakya tarihi mahiyetinde olup Gelibolu, Belgrad, Üsküp ve Sofya da gördüklerini notlarına eklediğini görmekteyiz. Bunun dışında seyyah Trakya gezisinde iken Osmanlı tahtında bulunan IV. Mehmed'in Celali isyanı ardında kalan isyankarları ortadan kaldırma hareketine katıldığını bu ciltte yazdığı kısımlardan anlamaktayız. 


    Altıncı cilt bir Avrupa tarihi içeren Avrupa seyahatidir fakat bu cildin neredeyse tamamı Macaristan ile ilgilidir. Bir bakıma bu cilt Macaristan tarihi açısından tek kaynak değerinde sayılabilmektedir ki seyyahın Macaristan topraklarında gitmediği yer görmediği kale kalmamıştır. Seyyah bunun dışında Kırım Hanının  Danimarka, Hollanda ve İsveç'e yönelik yaptığı  seferde yanında bulunmuştur ve böylece savaş meydanlarında yer alarak oralarda gördüklerini kitabına . eklediğinden savaş tarihi açısından da kaynak değerine bürünmektedir. 
Resim Anna_01 tarafından Pixabay'a yüklendi


    Yedinci cilt  Kafkas tarihi açısından önemli bir konumdadır zira seyyah bu cildine Rusları, Kafkasya'yı eklemiştir. Kafkas topraklarında bulunan şehirlerin mimari yapılarını, iklim özelliklerini, gelenek ve göreneklerini, yeme- içme adetlerini geniş bir yelpazede ele almıştır. 
Resim falco tarafından Pixabay'a yüklendi


    Sekizinci cilt bir Balkan tarihi mahiyetindedir. Seyyah bu cildinde Rumeli eyaletlerini gezisini, Yunanistan'ı anlatmıştır. Bunun yanında Kırım, Girit, Rumeli ve Selanik coğrafyalarını ele alırken adı geçen bu şehirlerin kültür, sanat ve mimari alanlarından da sıkça bahsetmiştir. 
Resim Alex Sky tarafından Pixabay'a yüklendi

    Dokuzuncu cildinde yer alan bilgiler çokça Anadolu eyaletleri ve Mekke ve Medine şehirleri hakkındadır. Anadolu'nun batısında bulunan Kütahya'dan başlayan gezisine Uşak üzerinden Manisa, İzmir, Aydın, Muğla, Denizli, Antalya, Karaman, Tarsus, Adana, Antep, Kilis şehirlerini gezip oralarda gördüklerini notlarına yazdıktan sonra hac vazifesinin yerine getirmek adına Halep, Şam, Kudüs, Sayda  yolunu takip ederek Medine ve Mekke'ye gitmiştir. Seyahatnamenin 9. cildi bir bakıma hac rehberi mahiyetindedir. Zira seyyah Çelebi bu cildinde Anadolu'dan başlayan hac güzergahını ve o güzergahta yer alan şehirleri, kutsal topraklarda nerelerin ziyaret edilmesi gerektiğini, hac sırasında uyulması gereken kuralları ve hac adabını geniş bir şekilde ele almıştır. 

Resim max_gloin tarafından Pixabay'a yüklendi


    

    Onuncu cilt Mısır tarihi açısından oldukça önemli bir konuma sahiptir. Bu cilt Mısır, Sudan ve Habeş hakkında yazılmıştır. Mısır tarihine yer verirken kısmen de olsa Afrika kıtası hakkında da bilgiler vermektedir. Mısır’ın merkezi Kahire’nin tarihini, mimari yapılarını, tılsımlarını, halkının yapısını ve Mısır’ın esnaflarını geniş bir şekilde ele alan seyyah Mısırın geleneklerini de ele alarak kültür tarihleri hakkında bilgiler vermektedir. Özellikle de Mısır topraklarında yetişip Anadolu topraklarında yetişmeyen bitkilerden bahsedilerek ele aldığı eserinde botaniğe de yer vermiştir.







            Evliya Çelebi tarafından oluşturulan adı geçen bu 10 ciltlik eser her alanıyla tam bir seyahatnamedir. Bu eser seyahat kitabı mahiyeti olduğu kadar aynı derecede 17. yüzyıl Osmanlısının geleneklerini, sosyal yaşantısını, ekonomik faaliyetlerini, mimari yapılarını derinlemesine ele alan tarihi kaynak mahiyetinde değerlendirildiği gibi yeme-içme gibi gündelik faaliyetlerden de detaylıca bahsedilmiştir. Seyahatname Osmanlı tarihini derinlemesine işlediği kadar Avrupa tarihini de geniş bir şekilde ele aldığı için Avrupa tarihi kaynağı da sayıldığı gibi Mekke ve Medine cildi ile de hac seyahatnamesi olarak değerlendirilmektedir. Seyyah Çelebi hac yoluna değinirken yol üzerindeki şehirlerin o dönemki durumuna, iklim yapısına, toplumsal yaşantısına değinerek şehirler seyyahın dili ile güzel bir şekilde tasvir edilmiştir. Seyahatname hakkında yapılan güncel araştırmalara göre eserin asıl nüshası Topkapı Saray Müzesi Kütüphanesinde yer aldığı ve seyahatname Unesco dünya belleği listesine alınmıştır. 



KAYNAKÇA
  • Maden, S . (2010). TÜRK EDEBİYATINDA SEYAHATNAMELER ve GEZİ YAZILARI . Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi , 15 (37) , 147-158 . Retrieved from https://dergipark.org.tr/tr/pub/ataunitaed/issue/2876/39472
  • ASİLTÜRK, B. (2009). Edebiyatın Kaynağı Olarak Seyahatnameler. Turkish Studies, 4, 911-
  • http://www.turkish-cuisine.org/print.php?id=207&link=http://www.turkish-cuisine.org/culinary-culture-202/historical-sources-on-turkish-cuisine-207.html
  • Şavk, Ülkü Çelik. (2011). Sorularla Evliya Çelebi, İnsanlık tarihine yön veren 20 kişiden biri. Hacettepe Üniversitesi: Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü.
  • ATSIZ, N., Evliya Çelebi Seyahatnamesi'nden Seçmeler, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1971.
  • NalçacıNida N. . "İstanbul'un Tarihsel Kaynakları Olarak Seyahatnameler". Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi / 16 (Eylül 2010): 523-562 .
  • https://edebiyatvesanatakademisi.com/kitap-ozetleri-ve-elestirileri/evliya-celebi-seyahatnamesi/33998
  • http://sisliataturk.meb.k12.tr/icerikler/seyahatname-kitap-ozeti_5745797.html
  • https://www.ttk.gov.tr/belgelerle-tarih/evliya-celebi-1611-1685/
  • https://www.ensonhaber.com/tarih-haberleri/evliya-celebinin-seyahat-rotasi
  • GEMİCİ, Nurettin (2014). “Evliya Çelebi”. Türk Dünyası Bilgeler Zirvesi: Gönül Sultanları Buluşması. 26-28 Mayıs 2014. Eskişehir 2013 Türk Dünyası Kültür Başkenti Ajansı (TDKB). Eskişehir, ss.189-198 (http://bilgelerzirvesi.org)
  • https://www.haberler.com/evliya-celebi/biyografisi/
  • https://kidega.com/yazar/evliya-celebi-001730
  • Buldur, ADNAN DOĞAN . "EVLİYA ÇELEBİ’NİN (17. YÜZYIL) “İKLİM” ANLAYIŞI VE SEYAHATNAME’DE BELDELERİN İKLİMİ". Marmara Coğrafya Dergisi 0 / 33 (Ocak 2016): 390-409 . https://doi.org/10.14781/mcd.04998
  • Bostancı, Tuğba (2019). Evliya Çelebi Seyahatnamesi'ne Göre Mekke, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi, İstanbul
  • https://kidega.com/yazar/evliya-celebi-001730
  • İLGÜREL, Mücteba, “Evliya Çelebi”, TDV İslam Ansiklopedisi, C. XI, Türkiye Diyanet Vakfı Yayın- ları, İstanbul 1995, s. 529-533.

27 Şubat 2021 Cumartesi

Çin Mitolojilerinde Efsanevi Yaratıklar 4

                                                                       Bai Gu Jing 

                                           
                                                                      Sina Gözükan                                                                                     

'' Ne şans, ne şans. Evde yıllardır ''Büyük Araç'' ı getirecek doğulu bir Tang keşişinden bahsediyorlar; Altın Cicada'nın reenkarnasyonudur ve on yaşam boyunca arınmış bir Orijinal bedene sahiptir. Etinin bir parçasını yiyen herkes sonsuza kadar yaşayacaktır. Ve bugün nihayet Bai Gu Jing buradadır. Onlara bir numara deneyeceğim ve ne olacağını göreceğim.''

Baigujing veya Lady Baigujing olarak bilinen Beyaz Kemik Şeytanı Wu Cheng'in 16.yüzyıl Çin klasik romanı ''Journey To The West'' in ve onun çoklu uyarlamalarının ana muhaliflerinden biridir. O Xuanzang'ın etini yemek isteyen bir iskelet iblisidir. 

Daha eski zamanlarda  Baigujing masum bir köy kızı kılığına girip Tang Sanzang'ın grubu ve onun öğrencilerine zehirli meyvelerden ikram etmiştir. Aşırı güçlü olması sebebiyle onun iblis olduğunu  sadece Sun Wukong anlayabilmiştir. Sun Wukong Gu Jing'e güçlü bir asa vuruşu yapmış ve sözde onu öldürmüştür. Sun Wukong herkese onun bir iblis olduğunu açıklamıştır fakat kimse ona inanmamıştır. Tang Sanzang ise Gu Jing'in masum olduğunu düşünüp onun gömülmesi emrini vermiştir. Gu Jing ölümsüz olduğu için ölmemiş, sadece ölü numarası yapıyordur.

Günlerden bir gün Gu Jing yaşlı kadın kılığında köye geri dönmüştür. Tang Sanzang ve grubuna yalan söylemiş, kendisinin daha önceki köylü kızın kızı olduğunu ileri sürmüştür. Sun Wukong ise onun ikinci kez kılık değiştirdiğini anlayıp onu ikinci kez öldürmüştür. Bu sırada Tang Sanzang ve grubu Wukong'a kızmışlardır. Fakat asla pes etmeyen Gu Jing bu sefer de kızı ve karısı olduğunu söyleyen bir yaşlı dede olarak karşılarına çıkar. Tang Sanzang'ın grubu bu sefer Sun Wukong ile alay edip yaşlı adamı öldürmesini söylerler. Bu duruma aşırı sinirlenen Sun Wukong aşırı sert bir şekilde asasını kullanıp Gu Jing'i öldürüp onun bir iskelet şeytanı olduğunu ortaya koymuştur. Wukong bunu Sanzang'a gösterir fakat Zhu Bajie Sun Wukong'un büyü yaptığını söylemiştir. Sanzang ise Wukong'u azarlayıp onu yanından uzaklaştırmıştır.  

Efendisi Sanzang'ın bu sözlerinden etkilenen Wukong gruptan ayrılıp Su perdesi Mağarası'na geri döner. Wukong ayrıldıktan sonra Sanzang'ı başka iblisler rahatsız etmiştir. Zhu Bajie ve Sha Wujing bu iblisi yenemez ve Wukong'dan özür dilemeye giderler. Wukong'dan onun Sanzang'kı kurtarmasını ve kendileriyle birlikte eskiden olduğu gibi Batı yolculuklarına gelmesini istemişlerdir.



 Kaynakça;

o https://villains.fandom.com/wiki/Baigujing

o https://search.iisg.amsterdam/Record/931923

o https://alchetron.com/Baigujing

2 Şubat 2021 Salı

 

Kitap Tanıtımı/Book Review

Ali Külebi, Azak Kalesi’nden Pruta ve Mezamorto Hüseyin Paşa, Berikan Yayınevi, Ankara 2019, 174 s., ISBN: 978-605-7501-95-0

                                                               Emine Naz GÖZÜKAN



            Kitap içindekiler ve önsözün ardından otuz iki bölüm ve nottan oluşmaktadır. Yazar kitabın önsözünde çalışmaya konu olan dönemin Osmanlı imparatorluğunun Duraklama devrinin son, Gerileme Devrinin de ilk yılları olduğunu belirtip devletin başında bulunan sefere çıkan son padişah olan II. Mustafa’nın Avusturaya’ya karşı zafer aldığını, Kaptan- ı Derya Mezamorto Hüseyin Paşa’nın denizlerde Venediklilere kazandığı üstünlüğü elde etmiş olsalar da bozulan devlet yönetiminin, Yeniçeri ocağının ve yapıcılıktan çok yıkıcılığa çalışan medreseler doğrultusunda bu kazanımların elden çıkarak imparatorluğun gerileme devrine girdiğini aktarmıştır. Yazar ayrıca önsöz kısmında çalışmasının imparatorluğun içine düştüğü yirmi yıllık gerileme süreci içerisinde imparatorluğu eski ihtişamlı zamanlarına döndürebilmek için verilen çabanın, o dönemlere tanıklık etmiş insanın, donanmanın ve yaşanan savaşların tarihsel bir kurgu eşliğinde okuyucularına aktardığını belirtmiştir.

    Kitabın birinci bölümü (s.9-13) Mayıs 1689 – Sinop Tersanesi bölümüdür. Yazar bu bölümde Sinop sahilinde tahta kılıçları ile kendi kendilerine talim yapmakta olan Kemal, Eşref, İlya ve Marko adındaki çocukların Sinop Tersane Kahyası Hüsrev Ağa ile tanışmalarını anlatmıştır. Tanışmaları esnasında çocukların yapmış oldukları gemi modellerinin dikkatini çekmesi üzerine çocuklarla yaptıkları gemiler hakkında sohbet eden ağa çocukların donanmaya hevesli olduğunu fark ettiğini anlatmıştır.

       Kitabın ikinci bölümü (s.14-18) Gençler Yeni Bir Dünyaya Adım Atıyorlar... bölümüdür. Yazar bu bölümde Sinop sahilinde çocuklarla sohbet eden Hüsrev Ağa’nın çocuklardan Eşref’in babası olan Abdullah Çavuş ile olan konuşmalarına yer vermiştir. Bunun dışında okuyucularına Hüsrev Ağa ile Abdullah Çavuşun geçmişlerini sunarak yakınlıklarına değinmiştir. Oğlunu bir sene evvelki Samokova gezisine yanında götürdüğünü ve oğlunun oradalarda faydalı şeyler öğrendiğini anlatıp kendisinden yeniden Samokova’ya yönelik bir gezi yapmasını ama bu seferde çocukları yanında götürmesini ister. Bu şekilde hikaye çocuklar ekseninde denizlere taşınmıştır.

    Kitabın üçüncü bölümü (s.19-23) Hazırlık ve Yolculuk.. bölümüdür. Yazar bu bölümde Samokova’ya gitmek için binilecek geminin hazırlıklarına değinerek okuyucularına gemilerin onarıma alınması için kalafata çekileceğini, yağlama işinin gemilerin kat ettiği yol için önemine değinmiş ve yağlanmamış gemilerin daha maliyetli olduğunu anlatarak gemicilik kavramları hakkında bilgi vermiştir. Yazar bu bölümde ayrıca yeni tip üç ambarlı kalyon tipi geminin özelliklerine değinerek 90 top alabilecek kapasitede olduğunu anlatıp İsperkıçlı ve Kır At başı yapılı olduğunu anlattı. Bu yeni gemi meşe ağacından yapılmış kaburgaları da karaağaçtan yapıldığını aktarır. Bunun dışında gemide görevli olan mürettbatın kimler olduğunu ve hangi görevlerde bulunacaklarına değinmektedir.

    Kitabın dördüncü bölümü (s.24-30) Eski bir Korsanın Anıları... bölümüdür. Yazar bu bölümde Azak kalesine giden gemide çocukların sorduğu sorular ekseninde okuyucularına bilgi vermektedir. Bu bölümde Azak kalesine giden geminin reisi Salih Reis çocukların yaptıkları gemilerin çizimlerine bakmış ve onlara donanma tarihine ışık tutacak bilgilere yer vermektedir.

    Kitabın beşinci bölümü (s.31-41) Denize ve denizciliğe atılan yeni adımlar... bölümüdür. Yazar bu bölümde Karadeniz’in ortalarına ulaşan gemide top atış talimi yapıldığı anı kaydeder ve yine karakterler üzerinden gemi kaç adet top bulunduğuna işaret etmektedir. Karakterlerin sorusu üzerinden Venedik ile olan deniz mücadelesine değinniş ve kitaba da adını veren Mezamorto Hüseyin Paşa’nın hayatı hakkında bilgiler aktarmıştır. Bunun yanında Hüseyin Paşa ile Sicilya’ya kamufle olmuş bir şekilde çıktıklarını anlatırken Sicilya adası hakkında bilgiler verip oranın İtalya’nın tarım kaynağı olduğunu ve oranın tarımdan bol olması yönü ile Cezayirli korsanların ilgisini çektiğini aktarmıştır.

    Kitabın altıncı bölümü (s.42-45) Azak Kalesi’ni öğreniyorlar:.. bölümüdür. Yazar bu bölümde çocukların sormuş olduğu Kerç boğazının sığlığı konusunu ele alarak hem çocuklara hem de okuyucularına Kerç boğazının tarihinin 1000 yıla dayandığına, ticarete uygun olmasının nedenini n Azak’ın girişi olmasına, nehirler vasıtası ile oradan Rusya içlerine gidişlerine ve Rusların Karadenize ulaşma politikalarında neden hedef noktasında olduğunu anlatmaktadır. Bunun yanında yazar reisin çocuklara sorduğu sual üzerinden İbni Batuta’nın 400 yıl evvel oralara geldiğini ve kalenin Cenevizlilerin elinde bulunduğu dönemden Fatihin Türk gölü haline getirmesinden sonraki döneme kadar olan hadiseleri anlatmaktadır.

    Kitabın yedinci bölümü (s.46-50) Ve de ilk deniz savaşları... bölümüdür. Yazar bu bölümde geminin Azak kalesine varmasına yakın bir yerde karşısına çıkan Don Kazak korsanları ile olan karşılaşmasını aktarır. Bu kısımda yazar mücadeleyi ele alırken Don Kazaklarının kullandıkları gemiler hakkında bilgiler verilmiştir.

    Kitabın sekizinci bölümü (s.51-57) Artık Azak’talar... bölümüdür. Yazar bu bölümde karakterlerin Azak kalesine vardıklarını ve Salih reisin kullanmış oldukları kalyon tipi donanma gemisinin Osmanlı’ya deniz savaşlarına girecekleri vakit avantaj sağlayacağını, Venediklilerin son elli yıldır denizde Osmanlı’ya karşı aldıkları üstünlüğün kalyon kullanmalarına değindiğini ve Osmanlı’nın Akdenizi kontrolünde kalyonların işe yarayacağını aktarır. Karakterler Azak kalesini gezerken yazar da onların bakış açısı ile Azak kalesinin tarihini, idaresinde kimler olduğunu, tarihi süreç içerisinde defalarca saldırılara maruz kalmasına rağmen esas şeklini hiçbir zaman kaybetmediğini anlatmıştır. Bunun yanında yazar bölüm içerisinde Azak kalesini anlatırken Karadeniz sahilinde korsanlık yapmakta olan Don Kazakları hakkında bilgiler verip onların Ukrayna ve Rusya’da yaşayan yerli halkın karışımı ile ortaya çıkan bir grup olduğunu ve millet olamadıkları için köklü bir tarih ve kültürleri olmadığını belirtir. Dillerinin karışıklığına değinerek yer yer onları Hazarlar vasıtası ile Türk olarak görseler de onların esas itibari ile Slav olduğunu vurgulamıştır. Ekonomik kaynaklarının balıkçılık olduğunu ve nehirler vasıtası ile denizlere açılınca korsanlık yağmağa başladıklarını anlatır. Yazar Don Kazaklarının bir nevi paralı asker olduklarını ve Karadeniz de donanma bulunmadığı zamanlarda İstanbula, Sinopa, İrana saldırılar düzenlediklerini ve kitaba bahis olan dönemlerde Çar Petronun Akdenize inme siyaseti gereği Osmanlı’ya karşı kışkırtma adımları için kullanıldığını anlatmıştır.

    Kitabın dokuzuncu bölümü (s.58-63) Azak günleri... bölümüdür. Yazar bu bölümde Azak gezisi esnasında sohbet ettikleri Trabzon asıllı Kıpçak Türkü olan Ali Çavuştan Azak kalesinin Fatih Sultan Mehmet tarafından fethedilmesinden sonra kalenin tarihi ve yaşadığı çatışmaları anlatmıştır. Kalenin yaşadığı en büyük saldırının Kanuni döneminde yaşandığını ve aynı dönemde de kuzeyde Ruslar’ın IV. İvan önderliğinde Rus birliğini sağlama emelleri olduğunu ve bu noktada da Rusların Kazan ve Ejderhan’ın ele geçirilmesine değinmiştir. Ruslar’ın Altınordu devleti’nin topraklarını aldıktan sonra Baltıka yönelme ihitiyacının Avrupalılara yaklaşmak olduğunu vurgulamıştır.

    Kitabın onuncu bölümü (s.64-68) Yola çıkış ve yeni deneyimler... bölümüdür. Yazar -bu bölümde karakterlerin Azak kalesinde gördüklerini anlatmalarına değinerek okuyucularına Azak kalesinde yaşayan insanların farklı milletlerden oluşlarını, rengarenk kıyafetlerini, balıkçılıkla geçindiklerini, mersin hayvarı ticareti yaptıklarını ve kalenin serhat kalesi olması dolayısıyla bu denli saldırılara uğradığını aktarmıştır. Bunun yanında karakterlerin sorusu üzerinden Rus milleti hakkında bilgilere değinilerek onları özellikle de Petro ışığında okuyucularına sunmuştur. Petro’nun Alman milleti ile büyümesi dolayısıyla Avrupa kültürüne hem hakim hem de meraklı bir yapısı olduğunu ve yaşadığı bölgeye gelen askerlerden topçuluk dersleri alıp ablasına karşı gelip devletin başına geçtiğini anlatmıştır. Samokova’ya giden geminin rotasında yer alan Hacıbey günümüzde Odesa adını alan limana vardıklarında liman hakkında detaylı bilgiler verip halkının çoğunluğunu Tatar, Slav, Rum, Rus ve Yahudilerden oluştuğunu anlatarak ticaretler arasında önemli bir liman olduğunu anlatmış ve sefere çıkan gemi ulaşması gereken Samokova’ya varmıştı.

    Kitabın on birinci bölümü (s.69-71) Eylül, 1694- Sakız Adası açıkları... bölümüdür. Yazar bu bölümde yaşanılan dönemi 5 yıl ileri götürerek anlatmaya başlamıştır. Bu bölümde çocuk karakterler büyümüş ve yeteneklerine göre Osmanlı ordusunda dağılmışlardı. Eşref Samokova gezisinde geminin kaptanı olan Salih Reisin emri altına girmiş, demirciliğe merak salan İlya Samokovda kalmış, Kemal de Azap askerlerine katıldığını anlatmış ve Markonun da çizim yeteneği olduğundan mühendishaneye gönderildiğini anlatarak olayları bu eksenle ele alacağını belirtmiştir.

    Kitabın on ikinci bölümü (s.72-78) Ekim 1694, İstanbul, Haliç Tersanesi... bölümüdür. Yazar bu bölümde Sakız adasının Venedikliler tarafından işgal edildiği dönem ele alınmış olup son zamanlarda yaşanan bu bozgunların nedenleri top teknolojisinde geride kalma, ihmaller ve sürekli değişen kaptan-ı deryalar olduğunu aktarmıştır. Sakız adasının Venediklilerden geri alınması konusunda Köprülü ailesine mensup olan Amcazade Hüseyin Paşa kaptan-ı deryalığa getirildiğini anlatmıştır. Bu noktada da devreye kitaba konu olan Hüseyin Paşa dahil edilmiş olup seferin başına getirildiğini ve bu seferde karşılarında olan Venedik donanmasının başında Antonio Zeno olduğunu ve onun donanmasında bulunan galeaslardan bahsetmiş olup galeas tipi gemilerin yüksek yapılı olmaları dolayısıyla ele geçirilmelerinin zor olduğunu belirtsede aynı zamanda taşıdığı top bakımından hareket hızı azaldığından bu tip gemilerin kullanımının dezavantajlı olduğunu aktarmıştır. Venedik ile yaşanan bu mücadelelede Hüseyin Paşa’nın donanmasının galip çıktığını ve kaptan-ı derya gemisi olarak da Salih Reis’in gemisinin ‘’Kapudane’’ gemisi olduğunu aktarmıştır. Bu noktada denizlerde Venediklilerin geri çekilmesinin Hüseyin Paşa’ya donanmadan kaynaklı olan başarısızlığı engellemek adına ıslahatlara gittiğini, kadırga yerine kalyon tipli gemilere dönüldüğünü anlatmıştır.

    Kitabın on üçüncü bölümü (s.79-85) 1695 Nisan başı, Azak Kale’si civarı... bölümüdür. Yazar bu bölümde Samokov seferi dönüşünde Azap askerlerine katılan Kemal ve Azak kalesinin durumu aktarılmıştır. Yazar bu bölümde Azap askerlerinin Osmanlı askeri sistemi içerisinde hangi konumda olduğunu, kimlerin bu rütbede olduğunu ve savaş esnasında hangi stili kullandıklarını anlatmış ve Rusların iç liman elde etmek adına Azak kalesini istediğini bu isteğin temelinde de Çar Petro’nun Karadenize inme politikası yattığına değinmiştir.

    Kitabın on dördüncü bölümü (s.86-89) Nisan sonu ve 1695; Azak önleri ve savaş... bölümüdür. Yazar bu bölümde Rus çarı Petro’nun Azak kalesine yönelik faaliyetlere giriştiğini ve bu bağlamda da nehirler vasıtası ile kalenin en hassas noktası olan Dinyester nehrinin denize çıkış noktasına 120.000 kişilik Rus ordusunu gönderdiğini kaydetmiştir. Azak kalesi karşılarına gelen bu kuşatma sırasında içerisinde Eşrefin de bulunduğu Salih reisin donanması ile hafifletmiş ve kuşatma Rusların geri çekilmesi ile sonuçsuz kalmıştır.

    Kitabın on beşinci bölümü (s.90-92) Moskova Kraliyet Köşkü bölümüdür. Yazar bu bölümde yaşanan Azak hadiselerini Rus Çarı Petro gözünden değerlendirip Rus köşkünde neler düşünüldüğünün, Karadeniz politikalarına olan bakışları ele alınmış olup Petro’nun donanma kurma fikrinin özellikle de nehir tipi donanmacılığı bir yana bırakıp güçlü denizlerde kullanılmak üzere kurulacak bir donanma fikri ortaya çıkmış ve bu bağlamda da Avrupa tersanelerinden Rusya’ya mühendisler getirtilmiştir. Petro’nun açık denizlere çıkabildiği limanın kuzey kutbundan olduğunu ve bu bağlamda da alternatif başka yollar bularak güney sıcak denizlere inme yolunu aradığını etrafı Baltıkta İsveç, Hazar da da Osmanlı olmasından dolayı tek yol Karadeniz üzerinden aşağı denizlere ulaşmaktı.

    Kitabın on altıncı bölümü (s.93-102) Kışın Soğuk Günleri... bölümüdür. Yazar bu bölümde karakterlerden Eşref ve Kemal’in Gagauz milletinden insanlarla temasını, Gagauzların Hazarlardan kalma millet olduklarını, Hıristiyan dinine inanan Türkler olduklarını anlatmaktadır.

    Kitabın on yedinci bölümü (s.103-106) Ruslar kıpırdıyor, savaş çanları çalıyor... bölümüdür. Yazar bu bölümde Çar Petro’nun halkı üzerinde kurduğu otoriteyi sağlamlaştırmaya çalıştığı ve halkına tıpkı Avrupalılar gibi davranmayı aşılamaya çalıştığı onları modernizasyon etmeyi politika haline getirdiğini aktarmaktadır. Karadeniz siyasetinde başarıya ulaşmanın yolunun Azak kalesinin alınması olduğunu anlayan Petro tüm gücünü kaleye yönelttiğini ve Osmanlı devleti’nin Temeşvarda Avrupalılar ile savaş halinde olması dolayısıyla kalenin yardım alamayacağı düşüncesi ile oraya yöneldiğini aktardı ve Azak kalesi Osmanlı ordusundan ve Kırım Hanından destek gelemediği için Rusların eline geçti. Bu noktada Rusya hem Karadeniz politikalarında başarıya ulaşmış ve Avrupa seviyesine yükselmişti. Yazar bu noktada Azak’ın düşmesini Osmanlı’nın Viyana bozgunu sonrası ikinci gerileme aşaması olduğunu kaydetmiştir.

    Kitabın on sekizinci bölümü (s.107-110) Azak’tan ayrılış... bölümüdür. Yazar bu bölümde Azak kalesinin Rusların eline geçmesinin ardından karakterlerin Azak kalesinden ayrıldıklarını anlatır.

    Kitabın on dokuzuncu bölümü (s.111- 113) Rusların Karadeniz’e yerleşme çabası... bölümüdür. Yazar bu bölümde Azak kalesinin alınmasının ardından kaleyi tahkim eden Çar kalenin korunmasını sağlamak adına kale etrafına liman yaptırdı. Azak’ın ardından Karadenize ulaşan Petro daha da aşağı denizlere inme politikasında gözünü Malta’ya dikmiş ve orayı deniz üssü düşüncesi hakimdi. Karadenizde kendine yer bulan Petro diğer hedefi olan Baltıka yönelecekti.    

    Kitabın yirminci bölümü (s.114-115) Azak’tan Uzak Günler... Yazar bu bölümde Azak kalesinden ayrılıp Kefe limanına giden karakterler ekseninde Kefe’nin Osmanlı tarihi açısından hem ticari hem de sancak konumu hakkında bilgiler aktarılmıştır.

    Kitabın yirmi birinci bölümü (s.116-125) Ve İstanbul, yeni savaşlara doğru... Yazar bu bölümde donanmanın sefere çıkmadan türbelerini ziyaret ettikleri Yahya Efendi’nin hayatından bilgiler vermektedir. Yazar bu verilen bilgilerin kaynağını kitabın sonunda eklediği notta Sabah Gazetesinin 18.06.2016 tarihli yazısından alıntı yaptığını belirtmiştir.

    Kitabın yirmi ikinci bölümü (s.126-129) Ve yeni savaş... Yazar bu bölümde Osmanlının Avrupa karşısında aldığı zaferler karşısında moralleri düzelmeye başlasa da aynı ölçekte Avrupa da gelişme göstermesi onları engelliyordu. Yaşanan Zenta yenilgisi Osmanlı ordusunun morallerini bozdu

    Kitabın yirmi üçüncü bölümü (s.130-132) Ege’de Venedik bastırıyor ve yeni savaş... Yazar bu bölümde Eşrefin anlatımı ile Zenta yenilgisinin nasıl olduğunu, geçilemeyen köprüyü, Tisa nehrinde yaşanan hadiseyi okuyucularına aktarmıştır.

    Kitabın yirmi dördüncü bölümü (s.133-134) Yine Karadeniz, yine Kırım... Yazar bu bölümde Rus Çarı Petronun Azak kalesinin alınmasının ardından bölgede yaşayan Türk ve Müslüman Kırım halkından rahatsız olduğunu onların Akdeniz siyasetlerine ket vurduğunu düşündüğünü belirtmiş ve bu bağlamda da Hıristiyanlaştırma adımlarının atıldığını aktarmıştır. Bunun yanında yazar bu bölümde Zenta yenilgisi sonrası Osmanlı Karlofça antlaşmasını imzalamış ve ilk defa toprak kaybı yaşayarak gerileme dönemine girmişti.

    Kitabın yirmi beşinci bölümü (s.135-141) Büyük bir denizcinin sonu... Yazar bu bölümde çalışamanın konusu da olan Mezamorto Hüseyin Paşa’nın hasta yatağında yanına gelen ziyaretçilerine dünyanın gelişimlerine açık olmalarını, silah, gemi ve top yapımını öğrenmelerini nasihat ettiğini kaydetmiştir. Bunun yanında haritalara önem verilmesi gerektiğinin altını çizerek savaşlarda denizin durumunu, rüzgarın durumunu iyice bilmenin önemine değinmiştir.

    Kitabın yirmi altıncı bölümü (s.142-143) Petro kaşınmaya, karıştırmaya başlıyor... Yazar bu bölümde Karadeniz siyasetinde söz hakkı elde eden Petro’nun Baltık Denizinde mücadele halinde olduğu kral Şarlman hakkında bilgiler verdi. Petro’nun Baltık mücadelesi ve oranın hakimiyeti için yaşadıkları hadiseler anlatmıştır.

    Kitabın yirmi yedinci bölümü (s.144-151) Don Kazakları yine yağma ve talanda... Yazar bu bölümde Karadeniz çevresinde yağma ve talan yapmakta olan Don Kazaklarının Sinopa yaptıkları yağma esnasında karakterlerden Eşrefin ailesi saldırıya uğramıştır.

    Kitabın yirmi sekizinci bölümü (s.152-157) Kuzeye, talancılara karşı sefer... Yazar bu bölümde talancı Kazak gemilerine saldırı yapan Türk donanması ve Kazak korsanların peşinden gidip Hacıbey limanına gidip orada Kazakların mesken tuttukları köyleri öğrenildi ve oralar bombalandı.

    Kitabın yirmi dokuzuncu bölümü (s.158-160) Rusya-İsveç İlişkileri Osmanlıyı etkiliyor... Yazar bu bölümde Kuzey Avrupa’da İsveç Kralı ve Petro arasındaki mücadeleye değinmiş ve savaşın Osmanlıya sıçramasına sebep olan nedenler üzerinde durmuştur.

    Kitabın otuzuncu bölümü (s.161- 166) Ve savaş... Yazar bu bölümde Kuzey deniz savaşı veya İsveç Rus savaşı zamanla Osmanlı topraklarına sıçrayınca yaşanan olaylar doğrultusunda savaş kaçınılmazdı ve Osmanlı ve Rusya arasında gerçekleşen Prut savaşına, Özi kentinin tarih boyunca önemine değinmiştir.

    Kitabın otuz birinci bölümü (s.167-172) Hasret giderme ve savaş üzerine eleştiriler... Yazar bu bölümde karakterler üzerinden Prut savaşının bitiminde imzalanan barış hakkında yapılan eleştirilere yer vermiştir.

    Kitabın otuz ikinci bölümü (s.173) Ve savaş sonrası İstanbul... Hesap soruluyor... Yazar bu bölümde Rusya ile barış antlaşması yaptığı için Sadrazam Baltacı Mehmet Paşa’nın görevinden alındığını kethüda, mektupçu ve çavuşlar katibinin Ruslardan altın para ve mücevher aldıkları tespit edilip cezalandırıldıklarını anlatmıştır. Bunun dışında da Petro’nun antlaşma maddesi gereği Azak kalesini hemen vermediğini belirtmiş Osmanlının yeni savaş tehdidi sayesinde Azak kalesi Osmanlılara verildi.


                Sonuç olarak değerlendirildiğinde Azak Kalesinden Pruta ve Mezzamorto Hüseyin Paşa adlı bu çalışma Osmanlı devleti’nin Karlofça antlaşmasını imzalamaya mecbur olmasında ve ardından yaşanan Rus savaşında nasıl bir dönemde gerçekleştiğinin tarihsel bir kurgu şeklinde ele alınmasının bir örneğidir. 1600’lü yılların sonuna gelindiğinde Osmanlı devletinin deniz savaşlarındaki eksikliklerini gözler önüne sermesi ve bu eksiklikleri gidermek adına yapılan çalışmalar neticesinde dönem hakkında bilgiler vermektedir. 18. yüzyılın başlarında Karadeniz’in komşu devletlerce önemine değinen bu kitap olayları tek taraflı ele almamış gerektiğinde karakterlerin sorduğu sorular üzerinden Osmanlı Devleti’nin mücadele halinde bulunduğu Don Kazaklarını, Rusları, Venediklileri anlatarak Osmanlı Devleti’ni Azak kalesini kaybetmesine neden olacak hadiselere de ışık tutarak okuyucularını bilgilendirmiştir. Kitap karakterler olarak değerlendirildiğinde de yoğunlukla Kemal ve Eşref ekseninde ilerlemiş diğer iki karakter olan İlya ve Marco geri planda kalmıştır. Marco ve İlya’nın da katkılarının daha fazla bahsedilmesi mühendislik ile ilgilenen Marco üzerinde yoğunlaşılsaydı Osmanlı donanma tarihine ilgi duyan kitlenin donanma hakkında daha fazla bilgi sahibi olmalarını sağlayabilir ve bu bakımdan da karakterlerin ele alınması bakımından eksiklik yaşandığı düşünülebilir.



Kitap Tanıtımı

Kitap Tanıtımı/Book Rewiev

Süleyman Uygun, Osmanlı Lübnan’ında Değişim ve İç Çatışma: Marunî Asi Yusuf Bey Kerem(1823-1889), Gece Kitaplığı Yayınevi,Ankara 2017, 319s.,ISBN 978-605-288-040-1

Öznur YAVUZ





                    Cebel-i Lübnan coğrafyasında yaşayan toplukların inanç gelenek ve tarıma dayalı toplum yapısı, XIX. yüzyılda Batı tarzı birey ve toplum modelinin yoğun etkisine maruz kaldı. Batılı devletlerin oryantalistlerin ve emperyalistlerin kaygılarla inşa etmeye çalıştıkları yeni model bölgede içerisinden çıkılmaz sorunlarına sebebiyet vermiştir. Fransızlar olmak üzere Batılı devletlerin çıkarları doğrultusunda bölgede başlayan tanzim süreci Marunî, Dürzi, Şii ve Sünni Müslümanlar arasında düşmanlığa dönüştürdü. Yazar, Yusuf Bey Kerem’in biyografisini ele almamış Cebel-i Lübnan’ın tarihi siyasi sosyokültürel tüm bu değişimler etrafında daha kapsamlı ele alınmıştır. 1860 senesinden itibaren Cebel-i Lübnan mutasarrıfı Davud Paşa, Marunî patriği Bulus Masad ve Fransız misyoner okullarında yetişmiş olan Yusuf Bey Kerem idi. Yusuf Bey Kerem yeni mutasarrıflık düzeni tanzim edilene kadar Osmanlı devleti ve Fransız idareciler tarafından desteklendi ancak yeni düzene karşı isyan etmesi Osmanlı Devletinden ziyade bölgede etkin nüfuza sahip Fransızlardan tepki gördü. Yusuf Kerem ilk olarak Cebel-i Lübnan’dan uzaklaştırılarak İstanbul’a sürgüne gönderildi (12 Aralık 1861-17 Kasım 1864) Yusuf Kerem 1864 yılında tekrar Cebel-i Lübnan’a geri döndü ve Davut Paşaya karşı 1864-1867 yılları arasında yüzlerce insanın ölmesine sebebiyet veren isyan sürecini başlattı. Fransızlar, bölgedeki varlıklarına karşı tehdit olarak gördükleri Yusuf Kerem’i etkisizleştirme yoluna gittiler ve kontrol altında tutabileceklerini düşündükleri Cezayir’le (31 Ocak 1867). Yusuf Kerem, Cebel-i Lübnan’a dönebilmek için bir yıl sonra Cezayir’den Paris’e geçti, oradan Brüksel, Londra, Berlin, Viyana, Avusturya, Atina ve Roma gibi birçok Avrupa başkentinde girişimlerde bulundu, bunun yanı sıra her fırsatta Bab-ı Ali’ye başvurdu. Bab-ı Ali ve Fransızlar Cebel-i Lübnan için ona hiçbir fırsat tanımadılar. Sürgünde bulunduğu Napoli yakınlarında bir köyde 7 Nisan 1889 ‘da yaşamını yitirdi. Yaşadığı dönemde Fransızlar ve Batılı devletler tarafından idari ve siyasi oluşum içerisine dâhil edilmek istenmeyen Yusuf Kerem ölümünden sonra Fransız aydınlar, misyonerlik kurumları ve entelektüel Marunîler tarafından Lübnan ulusalcılığının ve seküler demokrasi hareketinin öncüsü olarak görüldü. Keremizim ideolojisine dönüşen bu fikir hareketi Marunî ve Arap milliyetçiliğinde de yerini almıştır.
            Eser, giriş ve dört bölümden oluşmaktadır. Giriş bölümünde yazar Yusuf Bey Kerem’in mensup olduğu Marunî toplumu hakkında bilgi vermiştir. Marunîler kimdir? Menşei olarak nereye dayanmaktadır? Yazar Marunîlerin mensup oldukları inanç, sosyo-kültürel ve politik yaşamlarına dair sorulara giriş bölümünde cevap bulmaya çalışmıştır. Yusuf Kerem’in erken dönem hayatı ve hayatının şekillendiği evre başlıklı 1. Bölümde yazar dağlık Lübnan’daki değişimle birlikte Yusuf Kerem’in hayatının şekillendiği dönemi konu almıştır. 1860 Marunî Dürzi Kıtali karşısında Yusuf Kerem başlıklı 2. Bölümde yazar büyük çatışma öncesinde Yusuf Kerem faaliyetleri, 1860 Marunî-Dürzi çatışması karşısında vb. başlıklara yer verilmiştir. İlk sürgün ve Yusuf Kerem’in sürgün edildiği İstanbul’dan tekrar geri dönüşü ve Davut Paşa mücadelesine, bu mücadelede büyük güçlerin devreye girmesine ve Yusuf Kerem’in asiliği başlıklı 3.bölümde yazar Yusuf Kerem’in sürgün edildiği İstanbul’dan tekrar mücadelesine, bu mücadelede büyük güçlerin devreye girmesine ve Yusuf Kerem’in asiliği, Cebel-i Lübnan’daki son günlerini ve siyasi yaklaşımlar hakkında bilgi vermiştir. Yusuf Kerem’in Cezayir ve Avrupa sürgünü başlıklı 4. Bölümde ise yazar Cezayir sürgünü Yusuf Kerem’in Paris’te kaldığı günler, diğer Avrupa başkentlerine başvurması son olarak da Napoli’ye geçişi ve hayatının son günleri hakkında bilgiler vermiştir. Sonuç bölümünde yazar çalışmanın genel bir değerlendirmesini yaparak konuyu özetlemiştir. Ekler kısmında yazar Yusuf Kerem ve yaşadığı coğrafya ya dair görsellere yer vermiştir. Çok sayıda iç ve dış aktörün rekabet halinde olduğu ve birbirinden farklı görüşlerin yaşandığı cebel-i Lübnan coğrafyası hakkında yapılan çalışmada yaşanan en önemli sorun kaynakların konuyu ele alış biçimindeki uç noktalara varan farklı duruş sergilemekteydi. Bu sorun önsözde yazar tarafından dile getirilmektedir.
            Bir tarafın asi, ihtilalci ve eşkıya olarak gördüğü Yusuf Kerem’i diğer tarafın ise ulusal bir kahraman olarak telakki etmekte ve eserlere de benzer şekilde yansıtılmaktadır. Bu noktada yazarın kaynak tenkidini ciddiyetle yaptığı, kaynaklardaki popülist ve sübjektif yaklaşımları ciddi bir analize tabi tuttuğu ve çağdaşı kaynaklarla kıyaslamaya yönelik bir yöntem takip ettiği anlaşılmaktadır. Yazar, Osmanlı resmi kaynakları aynı zamanda Lübnan kaynaklarından istifade ederek çalışmayı ele almıştır. Kaynakça kısmında, Osmanlı arşiv belgeleri ve bu bölgeler içerisinde yer alan Yusuf Kerem hakkında kaleme alınan tahribatların üzerinde durulmuştur. Bunun haricinde Fransız ve İngiliz seyyah ve subaylarının hatıralarına başvurulmuştur. Ayrıca Yusuf Kerem’in bizzat kaleme aldığı eserlerin de incelendiği, günümüzde yaşayan aile etraflarıyla da iletişime geçildiği, belge ve kaynak testinde bulunduğu eserin önsözünden anlaşılmaktadır. Yazar bu eseriyle, bilhassa Lübnan ve Suriye tarihine genel itibariyle de Ortadoğu tarihine önemli katkı sunmuştur. Tarih boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapmış olan Lübnan ve havalisi Mezopotamya Akdeniz’e açılan önemli bir mahrecidir. Doğu Akdeniz ve Ortadoğu üzerinde emelleri olan büyük güçler için ise oldukça stratejik öneme sahip bir noktada yer almaktaydı. Bölgenin dış müdahalelerine açık en zayıf noktası ise birçok inanç, mezhep, kavim ve topluluğa ev sahipliği yapan karışık yapısıydı. Bölge üzerinde emelleri olan tüm büyük güçler, Osmanlı Devleti’nin güç kaybetmeye başladığı bir süreçte çok unsurlu ve aktörlü bu yapıda istifade ederek bölgeye nüfuz etme yoluna gittiler. Doğu Akdeniz dağ kıvrımlarının sınırlandırılmış bir bölgesinde yer alan Cebel-i Lübnan’da 19.yüzyılda yaşanan olaylar ve bu olaylarda ön plana çıkan Yusuf Bey Kerem’in monografisi kitabın ana unsurlarını oluşturmaktadır.
        Napoli’de bulunan naaşı Cebel-i Lübnan’a getirildi daha sonra mumyalanarak Ehden’de bulunan Seint Georges Kilisesinde teşhir edildi ve aynı zamanda heykeli dikildi. Yusuf Kerem’in yıllarca kazandığı tecrübe ile yazdığı eserlerde bu ideolojinin oluşumuna katkı sağladı. Yusuf Kerem, hayatı boyunca doğulu inanç ve gelenekle, Batı’nın yaşam ve modernizmi arasında yön bulmaya çalışan ve amacına ulaşmak isteyen bir şahsiyet olmuştur. Büyük güçlerin reel politikalarında yaşam hakkı tanınmayan Kerem ve Keremizm ideolojisi bağımsızlık hayali kuran toplulukların hayalini süslemekten ziyade büyük güçlerin çıkar ve hedefleri doğrultusunda Osmanlı’dan ayrılmak isteyen Ortadoğulu toplumlara, başkaldırının ve milliyetçiliğin ilham kaynağı olarak gösterildi ve Arap ulusçuluğunun doğuşundaki sembol şahsiyetler arasında yerini almıştır. Doğu Akdeniz’in dağ kıvrımlarıyla sınırlandırdığı bir bölgede yer alan Lübnan coğrafyası, din ve asabiyete bağlı Marunîler, Dürziler, Mütevaliler, Rumlar, Araplar ve Ermeniler gibi birçok kavim ve unsura ev sahipliği yapmaktadır. Tarihi süreç boyunca kendilerine has kadim gelenek ve inançların devam ettiren bu topluluklar, Osmanlı iradesi ve hoşgörüsü altında da geç döneme kadar bu yapılarının muhafaza ettiler. Ancak toplumsal yapı 19.y.y’da hiç olmadığı kadar ciddi değişim ve dönüşüm sürecine girdi. Marunîler, ilk dönemlerinden beri Lübnan ve Cebel-i Lübnan’ın tarihini yapanların kendi ırkları olduğunu iddia etmektedir. Onlara göre Lübnan halkı Marunî bir halktır veya Lübnanlılar Marunîlerdir. Hatta Marunî araştırmacılar Fenike kökenli olduklarını iddia ederek tarihlerini milattan önceki dönemlere kadar götürmekteler.
            Batılı devletlerin Cebel-i Lübnan’a olan ilgisinin mihenk taşının oluşturan mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa isyanı, imparatorluğun yıkılışına kadar, fiili müdahaleler süreci başlatan kırılma noktası oldu. Mısır savaşı sırasında İbrahim Paşa tarafından işgal edilen Dağlık Osman dönemine yıllık vergiyi bile çoğu zaman ödenmeyen dağlık Lübnan’ın bu vergisi, İbrahim Paşa döneminde üç katına çıkarılmıştı. Dağlık Lübnan’ın İbrahim Paşa ‘ya karşı isyan ederek Osmanlı saflarına katılmalarına da vergi meselesi önemli bir yer teşkil etmişti. Mısır valisinin isyanı bastırmak için Rusya ve bölgede yeniden idaresini tesis ve tanzim ederken, Batılı devletlerin daha yoğun müdahalesiyle karşı karşıya kaldı. Fransızların politikalarında yaşam hakkı tanınmayan Yusuf Kerem, daha sonra bağımsızlık peşindeki toplulukların hayalini süsleyen Keremizim ideolojiyle getirdi. Aslında Yusuf Kerem, bu ideolojiyle daha ziyade büyük güçlerin çıkar ve hedefleri doğrultusunda Osmanlı’dan ayrılmak isteyen Ortadoğulu kavimlere seküler demokrasinin ihtilalciliğinin ve başkaldırının ilham kaynağı olarak Arap ulusçuluğunun doğuşundaki sembol şahsiyetlerden biri haline getirilmiştir.



İZLE BUTONUNA TIKLA ABONE OL ! Yazılarınızı E-posta Adresimize Gönderebilirsiniz.