Osmanlı
İmparatorluğu'nun modernizasyonu, 1770-1876 yılları arasında, Osmanlı
İmparatorluğunun yaklaşık bir asırlık reform ve reformlarını kapsayan bir
dönemdi ve "reform" olarak adlandırıldı. Yaklaşık bir asır süren
Osmanlı İmparatorluğu'nun modernizasyonu, 1770 ile 1876 yılları arasında,
"reform" olarak adlandırılan Osmanlı İmparatorluğu'nda bir reform ve
reform yaşadı. Osmanlı Devleti’nin modernleşme süreci birçok olguya bağlıdır.
Bunu Tanzimat devriyle sınırlayamayız. Bu moderniyazyon sadece Osmanlı toplumunu
değil etkileşimde olan birçok devleti de beraberinde etkilemiştir. Osmanlı
yönetiminin sistem ve yapı olarak değişikliklere uğramasıyla ilmiye zümresinin
görevi giderek artmış ve sorumlulukları çoğalmıştır. Klasik dönem olarak
isimlendirdiğimiz bu zaman diliminde Osmanlı imparatorluğunun kültüründe,
dinsel inanç ve örgütlenmesinde siyasi ve askeri organizasyonunda değişiklikler
göze çapmaktadır. Bu değişimin en önemli etkeni hızla değişen çağa ayak uydurma
çabasıydı. 14. yüzyıl Osmanlı şairleri 16. ve 17. yüzyıllarda farklı diller
konuştu. 14. Yüzyılda Askeri Düzen ve Savaş Teknoloji 16. yüzyıldan farklıdır.
Toprak düzeni ve mali yapısının en önemlisi Osmanlı İmparatorluğu olduğu
söylenebilir. Modernleşme kurumundaki çabalar mensup kişileri birçok alanda
etkilemiş bulunmaktadır. Bu modernleşme toplumsal ve siyasal örgüt odağı olan
devleti de kapsamaktadır. 18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, eğitimden
hukuka, sosyal ekonomiden siyasete ve yönetime; Osmanlı İmparatorluğu'nda eşi
görülmemiş sorunlar yaşandı ve durum giderek ağırlaştı. Osmanlı hükümetinin
nitelikli ve yetenekli insan gücü için artan bir talebi var. Bir yandan tüm bu
koşullar siyasi, idari ve askeri koşulları karmaşıklaştırmakta ve toplum
üzerinde daha fazla baskı oluşturmaktadır. Bu eksiklikler Osmanlı nezdinde
batıya karşı ilgiyi arttırmıştır. Avrupa’yı ve Rusya’yı ustaca gözlemlendiği ve
gelişmelerin Osmanlı toplumuna adaptasyon sürecinin başlayacağı dönemi
oluşturmaktadır. Askeri ve ilim de çeşitli gelişmeler yapılmaya başlanmıştı. Değişen dönem beraberinde
farklı isimleri de beraberinde getirdi bunlar; Islahat Devri, Tanzimat, Usul-ü Cedit…
Bu kurumların oluşumu ve zaman dilimi içerisinde değişime uğraması birçok
alanda toplumu da etkilemiştir. Modernleşmenin öncüsü olan Batı,
bir yandan da Dünya’nın kutuplaşmasını sağlıyordu. İslam medeniyeti ve İslam
kültürü gibi kavramları bugün bazı aydın ve bilginler bir ayrımlaşma için
kullanıyorlar. Ama bu ayrımcı vurgulama asıl 19. yüzyılın kendini yüceltmek
isteyen modernleşmeci ve de yeni ulusalcı Ortadoğulu düşünürünün kafasında
yatan bir düşünceydi. Düşüncenin ötesinde İslam toplumunun diğer modern
devletlerden aşağıya kalır bir yanı olmadığı açıktı. Devletlerin bu modernleşme
çabası beraberinde birçok tartışmanın fitilini ateşlemiştir. Ayrı coğrafyalarda
yaşayan ve ayrı etnik kökene sahip olan milletlerin uygarlaşma süreci nasıl
olacaktı?
Tartışmalar daha çok Japonya ve Rusya devletleri örnek
gösterilerek yapılmıştır. Osmanlı toplumunda modernleşme çabasının fiilen bir
ad konmadan meydana getirilmesi en büyük avantajı olmuştur. Osmanlı
Devletindeki modernleşme süreci takip edildiğinde tek bir devlet kademesini ya
da toplumsal değişikliği temel almak son derece eksik kanılara varmamıza neden
olur. Bu süreç çok kademeli ve yavaş ilerleyen bir zaman dilimine tekabül etmektedir.
Osmanlı Devleti’nin batılılığa teorik planda diğer devletlere nazaran hazır
olmayışının en önemli kanıtı, tarih, felsefe ve edebiyat alanındaki yavaş
değişmedir.
Hatta Fransız idare
hukuku sistemini uygulamakta tereddüt etmeyen, pratik gerekçelerle Fransız
Medeni Kanununu bile adapte etmeyi düşünenlerin; çağdaş Fransız tarih metoduna,
Avrupa felsefesine aynı yoğun ilgi ve yaklaşımı göstermedikleri görülüyor.19.
yüzyılın başlarında, hükümet dâhil herkes Batı'nın üstünlüğünden, ekonomisinden
ve diğer başarılarından etkilenmişti. Ancak bazı çevreler, Batı'ya özen
gösterilerek ve Osmanlı Devleti'nin gerekli tüm araçlarını kullanarak
geleneksel çevrelerin ıslah edilmesi ve benimsenmesi gerektiğine inanmaktadır.
19. yüzyılın, Batıya karşı kuşku duymayan, batılılaşma yanlısı Müslüman
düşünürleri bizde değil, Rusya Çarlığında ortaya çıkmışlardır. Nedeni bir yerde
gayet açıktır. Osmanlı aydını Avrupa’yı dışından görmüş ürkmüş ve o toplumu da
aslında gereğince tanımamıştı. III. Selim, 18. yüzyılda hüküm sürmüş diğer
padişahlar gibi birçok yeniliğe imza attı.
1807 yılında Nizam-ı Cedid ordusu kuruldu. Yeniçerilerin
faaliyetlerinden rahatsız olan III. Selim, bu orduyu kurarak askeri alanda yeni
bir yapılanmanın ilk adımını attı. Manisa, Bolu, Sivas, Çorum ve Ankara başta
olmak üzere yaklaşık 20 şehirde kışla kuruldu. Nizam-ı Cedid ordusunun
kurulmasında ve buradaki askerlerin eğitilmesinde Fransa'dan yardım istendi.
18. yüzyıl sonlarındaki Osmanlı toplumu, bu toplumun 1826-1856. arasında
yaşadığını yaşayabilecek bütün koşullara sahipti. Kırk yıl sonra
başarılabilecek birtakım reformlar pekâlâ başarılabilirdi. III. Selim, sert, öngörülü
bir hükümdar ve usta bir politikacı olsaydı, başlattığı ordu ıslahatı tutunur
ve ordunun modernleşmesi etrafında biçimlenen yenilik hareketleri devam ederdi.
18, yüzyıl sonundaki reform girişimlerinin farklı ve yeni bir anlayışa
dayandığı görülmektedir. Gerek III. Selim ve beraberinde gelen padişahların,
etraflarındaki kadrolar el yordamıyla yürüyorlardı. Çünkü bu devrin devlet
adamlarının amacı Kanuni devrini geri getirecek reformlar yapmak değildi.
Ulemanın önünde veya fermanlarda böyle bir ifade mevcut olsa da, Osmanlı devlet
adamları Dünya’nın değiştiğinin ve bu değişim ve gelişim sürecine devletin
birçok kademesini de adapte etmek gerektiği kanısındaydılar. Osmanlı
modernleşmesini hızlandıran etkenlerin başında ulusalcılık akımları ve
hareketleri gelir ki, aynı zamanda imparatorluğunun yıkımını da
hazırlamışlardır. Osmanlı İmparatorluğu'nun egemenliğinin başlangıcından bu
yana, milliyetçilik Balkanlar'da özüne sahip olmuş, zamanla gelişip
güçlenmiştir. 18. yüzyılda Avrupa'da Osmanlı İmparatorluğu'nun gerilemesi,
Avusturya’nın Balkanlar ve Doğu Akdeniz’deki siyasi ve askeri gücünün ve ticari
faaliyetlerinin pekişmesi ile aynı zamana denk geldi. Bu ticari açılım kültürel
faaliyetleri bir araya getirse de, Avrupa Osmanlı İmparatorluğu'nun uzun vadeli
ekonomik, idari ve askeri krizleri, vilayetlerin adem-i merkeziyetçi idari
kurumlarının kurumsallaşmasını gerekli kılmıştır. Bu süreç Anadolu ve Balkanların
yönetiminde değişikliklere neden oldu. 18. yüzyılın sonlarında, Rus
İmparatorluğu Balkanlar ve Doğu Akdeniz'deki ticari faaliyetleri de artırdı.
Bununla birlikte, Rus ticari filosu, başta Yunan armatörler olmak üzere ticari
deniz taşımacılığının küçük bir payına sahiptir. Bununla birlikte, Rus ticari
filosu, başta Yunan armatörler olmak üzere ticari deniz taşımacılığının küçük
bir payına sahiptir. Yunan armatörler Rus bayrağı altında faaliyet göstererek
çok zenginleşerek Leipzig, Viyana, Trieste ve Londra gibi Avrupa şehirlerinin
yanı sıra Rusya'nın Karadeniz kıyılarına yerleştiler. Osmanlı İmparatorluğu'nda
milliyetçi bir fikir vardı. Türk, en yeni tanıdıklardan biridir, bu sıklıkla
tekrarlanır ve iyi bilinir. Günümüzde Osmanlı İmparatorluğu'nun son bir buçuk
yüzyıldaki milliyetçi hareketini incelemek için Balkan dilindeki yayınları,
orijinal belgeleri ve Feiner Patrikhanesi arşivlerini taramak gerekmektedir.
19. yüzyılın sonlarına kadar, Osmanlı İmparatorluğu arşivlerindeki Türk resmi
belgeleri ve Türkçe basılı materyaller, tarihçilerin milliyetçi hareketi
tanımlamaları ve dar kapsamlı açıklamaları için yalnızca kaynaklardı. Cevdet
Paşa'nın milliyetçi olaylara ilişkin tarihsel anlatımları, sadece resmi
görüşlere veya sansüre uyarak açıklanamaz. Osmanlı hükümeti Sırp ve Yunan
devrimleriyle karşı karşıya gelmesine rağmen, milliyetçi olgunun gerçek
doğasını ve kökenini çok geç anladı.
Babı Ali'nin diktatörü
bürokrasiye gelerek 3 Kasım 1839'da Osmanlı İmparatorluğu tarihinde yeni bir
dönem açan Hatt-ı Hümayunu okudu. Bab-ı Ali'nin gerçek hükümet dönemi o gün
başlıyordu. Osmanlı tarihinde sadrazamların otorite kurduğu devirler olmuştu,
ama Tanzimat döneminde. Sadece sadrazam değil, sadrazamla birlikte etrafındaki.
Bürokrat kadro da yönetime egemen olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu, 18. yüzyıla
Avrupa hukuk sisteminin bir parçası olarak girdi. Laik devletin hukuk sistemine
göre, Karlofça Antlaşması ilk olarak bir Hıristiyan ülke ile Müslüman bir ülke
arasında imzalandı. Bundan sonra Osmanlı Devleti tüm ticaret, kara ve deniz
trafiği ve dış ilişkilerinde dikkatli hareket etmeli ve ülkenin tanıdığı
gümrük, antlaşma ve diplomatik kurallara uymalıdır. Hızla değişen tarih,
Osmanlı İmparatorluğu bürokrasisini farklı bir eğitimi ve farklı bir dünya
görüşünü kabul etmeye zorladı. Tanzimat döneminin siyasetçileri de kendilerini
değiştirme ve kendi toplumlarını geliştirme bilincinin farkındaydı. Bu
yönleriyle tarihimizi yazanlar arasında anılırlar. O dönemin bakanları ve hatta
başkentteki bazı yabancı büyükelçiler, 16. yüzyıl konularından daha önemli
tarihçilerin ilgisini çekti. Tanzimat dönemindeki insanlar, değişen, çalkantılı
bir ortamda yeni bir düzen yaratan, en azından onu yaratmak için
çabalayanlardır. Değişimi destekleyenler ve muhafazakârlar bile kendi
zamanlarını ve geçmişlerini daha bilinçli bir şekilde inceliyorlardı. 15-16
yüzyıl öte yandan, bu yüzyılın büyük adamları doğal ürünler ve yerleşik Osmanlı
düzeninin katılımcılarıdır. Tanzimat da çağdaş vaatlerde bulundu Rus
imparatorluğundaki ilkel asker toplama sisteminin benzeri Osmanlı ülkesinde de
terkedilecekti, iltizam sistemi de terkedilmek ve Hristiyan tebaadan alınan
cizye kaldırılmak isteniyordu. Gerçi her üç vaad de gerçekleştirilemedi ama
belirli bir düzenleme ve düzeltme görüldü. İltizam kaldırılamadı, fakat merkezi
hazinenin yararına yönelik bir biçimde toplandı. Askerlik hizmeti Kur'a
usulüyle devam etti. Cizye kaldırıldı, ama gayrimüslimlere silah vermeyi uygun
görmeyen komutanlar bu vergiyi «bedelat-ı askeriyye» adı altında toplattılar.
Bu nedenle, gayrimüslim konular, askerlik hizmeti için zorunlu ihtiyari
ödemeler kullanmamış ve hazine gelirlerini kaybetmemiştir. 18. yüzyılın
başlarında Rusya'nın modernleşmesi ile karşılaştırıldığında, Osmanlı
İmparatorluğu'nun modernizasyonu bir çıkmazdadır. 18. yüzyılda tarımsal
modernizasyon gerçekleştiren bir ülke ticareti ve milli geliri artırabilirken,
19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu geleneksel ekonomik yapının getirdiği
çıkmaza rağmen modernleşmeye devam etmektedir. Buhar sanayide kullanılıyordu.
Avrupa ikinci tarım devrimini de tamamlamıştı, yani, tarım mekanize olmaya
başlamış; hayvancılık öne geçmiş ve buna yönelik kültür bitkilerinin ekimine
ağırlık verilmişti. İngiltere'de, Fransa'da tek sorun• şehirlere yığılan halkın
ürettiklerini bütün dünyaya satmak değildi; nitelik değiştiren sanayinin
ihtiyacı olan mamul, yarı mamul maddeler ve halkın tüketeceği gıda maddeleri
yakın alanlardan sağlanmak zorundaydı. Deniz aşın kolonilerinin yetmediğini
gören batı Avrupa, doğu Akdeniz'e yöneldi. 8. yüzyılda deniz kolonilerine
dönüşen İngiliz, Fransız ve Hollandalı tüccarlar Osmanlı İmparatorluğu'ndaki
faaliyetlerini büyük ölçüde azalttılar. 18. yüzyılda, Doğu Akdeniz ve Kuzey
Afrika'daki Avusturya ticari faaliyeti yalnızca arttı. 17. yüzyılda
İngiltere’nin Osmanlı İmparatorluğu ile ticareti onda birini oluşturuyordu,
ancak 1770’lerde bu oran% 1’e düştü. Bu dönemde yönetici sınıfın oluşumu,
Osmanlı devletinin yapısının değişmeye başladığını göstermektedir. 1840'larda
Osmanlı İmparatorluğu kriz ve değişim dönemindeydi. Ülkenin gelişmemiş ilkel
tarım düzeni ve el işçiliğine dayalı ekonomik yapısı, endüstriyel
imparatorluğun genişlemesi hırsıyla karşı karşıya kaldı. 19. yüzyılda ordu
lağvedildi ve modern Osmanlı ordusu kuruldu.
Peter, 18. yüzyılda Rusya'da olduğu kadar
kolay değildir. Modern ordu barut fabrikalarını, tersaneleri, bazı kumaş dokuma
fabrikalarını ve dökümhaneleri donatamaz. 19. yüzyılda asker yetiştirmek ve
donatmak; daha ileri teknoloji, bir mühendis ekibi ve mükemmel ve kapsamlı bir
mali yönetim bürokrasisi gerektirir. Modern ordunun hayatta kalması ve
verimliliğinin artırılması için madencilik, yan sanayi kolları, askeri teknik
okullar, ülke çapında deniz taşımacılığı veya karayolu ağlarına ihtiyaç vardır.
1830'larda Avrupa diplomatik topluluğu, Navarin olayını ciddi bir siyasi hata
olarak nitelendirdi. 18. yüzyıldan beri ülkeler kaçınılmaz olarak merkezileşme
değişiklikleri yaşamaktadır. Modern zamanlarda merkezileşme, devletin finansal,
idari ve hukuki alanlarda standartları ve genel kontrolü büyük ölçüde tesis etmesi
durumunda ortaya çıkan bir niteliktir. Merkezi devlet; adanmış ve kalabalık bir
bürokrasiye sahiptir ve toplum üzerindeki güçlü kontrol nedeniyle bu
bürokrasinin kayıt sistemi iyileştirilmiştir.
Modern Çağların merkeziyetçi devletinin mutlaka otoriter ve totaliter olması da gerekmez. Tersine Avrupa devletleri, merkeziyetçilik aşamasına girdiklerinde İngiltere'de olduğu gibi evrimci, Fransa'daki gibi devrimci bir gelişi role demokrasi rejimini de benimsenişlerdi. Merkeziyetçi devlette hükümdar bulunabilir ama geniş tabanlı ve çoğulcu bir siyasal denetim mekanizması, iktidarın bütüncül veya otoriter bir gücün eline geçmesini de önleyebilir ve 19: yüzyıl Avrupa'sında böyle olmuştur. Kısacası, bir anlamda merkezileşme, mutlak güç tarafından kullanılabilen veya kontrollü iktidar tarafından kontrol edilebilen bürokratik iktidar demektir. Bununla birlikte, merkezi bürokrasilerin kontrollerini artırmak için ileri teknolojiyi kullanmaları yaygın bir olgudur. Reform sürecinde Osmanlı hükümdarları duruma göre harekete geçmişler ve bir Avrupa sistemini benimsemişlerdir. Üstelik Tanzimat dönemi bürokratları bir değil, birkaç Avrupa ülkesinin sistemini gözden geçiren ve örgüt projelerini, nizamnameleri karma olarak hazırlamayı bilen adamlardır. Tanzimat bürokratlarının değişik kaynaklara başvurma merakını en önemsiz bir nizamnameden 1876 Kanun-u Esasi'sine kadar her hukuki belgede görmek mümkündü. III. Selim'den beri Osmanlı İmparatorluğu Avrupa'nın büyük başkentlerine sürekli elçiler göndermeye başlamıştı Avusturya ve Osmanlı temsilcilerinden oluşan bir komisyon, 9 Haziran 1861 tarihli Cebel-i Lübnan Nizamnamesini hazırladı. Buna göre bölgeye Hristiyan mutasarrıf tayin edilecek, mutasarrıfın yanına her cemaatten birer vekil atanacak ve ikişer üyeden kurulu bir merkezi meclis bulunacaktı. Tanzimatçılar bütün yetkiyi elinde tutan eski vali tipinin mutlak otoritesini nasıl sınırlayacağını uzun zaman düşünmüşlerdi. İlk anda mali yetkileri elinde toplayan ve valiye eşit rütbede muhassıllar tayin edilmiş, klasik devirdeki sancakbeyi, defterdar, kadı üçlüsünün yerine vali - muhassıl - komutan üçlüsü konmak istenmişti. Son devir Osmanlı yöneticileri, belediye örgütünü düzenli şehir hizmetlerinin görülmesi için istediler. Laik devletin aynı kuralları tüm ülke, idari bölge ve her vatandaş için geçerlidir. Bunun standartlaştırılmış yasal kuralları olan merkezi bir ülke olduğunu söylemiştik. Elbette bu özellikle dini kural ve laik devlettir. Aynı kanun her vatandaş, idari kurum ve ülkenin her yerinde geçerlidir. Hukuki kuralların standartlaştırıldığını söylemiştik. Elbette bu özellikle dini kuralların ve inançların kaldırılması anlamına gelir, yani aynı mevzuat farklı cinsiyetlerden (kadın ve erkek) ve farklı dinlerden insanlar için geçerlidir. Dolayısıyla 15. yüzyıldan 17. yüzyıla kadar Osmanlı yönetimi sırasında, o dönemin Avrupa'sına göre, Osmanlı hukuk sisteminde dini hoşgörü ve din dışı geleneklerin yaygınlığı, dini sorunların çözümünden sorumlu Şeyhülislam'dı. Kemal Paşazade ve Ebussuud Efendi gibi Müftülerin desteği sayesinde makam daha da önem kazandı. "Tanzimat" ın yayınlanmasından önce eğitim sistemi sıkıntıya düşmeye başladı.
Merkezileşmiş bir modern ülke, kendi
ideolojisini aşılamak ve ihtiyaç duyulan bürokratik kadroları eğitmek için en
azından vatandaşların din ve inanç farklılıklarını dikkate alan adil bir eğitim
sistemi kurmalıdır. Klasik dönemde, din eğitimi her sınıf insan ve her dini
grup için tamamen yaygındı. Osmanlı İmparatorluğu'nda; 19. yüzyılın başlarından
itibaren askerî ve sivil idarenin modernizasyonu nedeniyle modern eğitime yakın
kalite sağlayan okullar kurulmuş, din eğitim kurumları ile ve yakınında
gelişmeye ve rekabet etmeye başlamıştır. Bu. İyileştirme çok önemlidir. Osmanlı
İmparatorluğu'nun reformcuları, din adamlarına ve dini kurumlara karşı açıkça savaşmadılar.
Akademisyenlere ve dini gruplara ek olarak, laik eğitim düzenlediler ve laik
bürokrasi önerdiler. Cehaletten kurtulmak ve Osmanlı İmparatorluğu'nun ruhunu
tesis etmek için Müslüman tebaaların kapsamlı modern eğitimine olan ihtiyacı
vurguladılar. Sanayinin gelişmediği bir imparatorlukta böyle bir eğitime
ihtiyaç ortaya çıkmadı. Mesleki eğitim okulu açıldı.
19. yüzyılın Osmanlı devleti, ideolojisini dış
ülkelere anlatmak ve kabul ettirmek için bütün modern devletler gibi bir basın
organına ihtiyaç duydu. Bunun dışında devletin gözetiminde ve hatta desteğinde
özel gazeteler de çıktı. Bunlar daha çok imparatorlukta yerleşmiş olan
yabancılardı ve onların çıkardığı gazeteler büyük ölçüde dışa dönük propaganda
fonksiyonu görüyordu. Agâh Efendi ve Şinasi'nin Ekim 1860'da çıkarmaya
başladığı Tercüman-ı A hval gazetesi ile Türkiye'de basın, siyasal eleştiri
görevine başladı. Sadece siyasal eleştiri değil; Tercüman-ı Ahvalle dil ve
edebiyatta da yenilikler öneriliyor, tartışmalar yapılıyordu. Devletten yardım
almayan bu gazete ile siyasal hayatımızda basın, üstüne düşen görevi yerine
getirmeye başlamıştır.
Okuma - yazma oranının çok düşük,
bundan başka gazeteyi ülkenin uzak köşelerine götürmek için ulaş1m sisteminin
yeterli olmadığı bir ülkede başkentteki basının görevini yaygınlıkla yerine
getirmesi beklenemezdi. Bu nedenle vilayet yönetimi yeniden düzenlendiğinde her
vilayetin merkezinde bir vilayet gazetesi çıkarılması öngörüldü. İlk örneği
Midhat Paşa, Tuna vilayetinde Türkçe. ve Bulgarca çıkan Duna gazetesiyle verdi.
General Chrzanowski Wojceh ve maiyetindeki iki Polonyalı subayın Osmanlı
hizmetine alınmasını Avusturya - Rusya ve Prusya şiddetle protesto etmişlerdi.
Prusya elçisi bu olay üzerine Prusya'dan askeri uzman yollanamayacağı tehdidi
savurmuştu. Osmanlı'ya gerçekten hizmet edenler büyük devletleri rahatsız
ediyordu. 19. yüzyılda İstanbul ve büyük liman şehirlerinde yeni bir hayat
başladı. Bu yeni hayat tarzı, sadece· konaklar, Avrupa mobilyası ve alafranga
sofra adabı olarak özetlenemez. Modernleşen her toplumda yeniye tepki doğal bir
olaydır: Avrupa uygarlığına yüz elli sene önce giren Rusya'da bile Aksakov;
geriye 'dönelim diye haykırıyordu. Modernleşmenin getirdiği kriz Rusya kadar
ciddi olmasa da Osmanlı toplumunda da bir tepki yarattı ve hükümdarlar
muhalefetin rengini ve doğasını ilk başta anlamadılar. Çünkü Osmanlı
toplumundaki her şey ve sistemler gibi siyasi fikirler ve siyasi muhalefet de
değişti. Modern toplum artık tarihte yaşamıyor, tarih içinde yaşıyor.
Muhafazakâr yöneticilerinden muhalif yazarlara kadar Tanzimat aydınları, çağdaş
dünyada ayakta kalabilmek için olayları değiştirip yönlendirmeleri gerektiğini
bilirler. Onu korumak için bu geleneğin farkında olmak gerekiyor. Tarih
yazımımızda ve düşüncemizde Yeni Osmanlı İmparatorluğu'nun örgütlenmesi ve
hareketi farklı değerlendirmeler aldı. Klasik görüş; Yeni Osmanlı
İmparatorluğu'nun meşrutiyet ve insan haklarının uygulanması için verdiği
mücadelenin görkemi budur. Burada tarihsel bir düz çizgiden, belirli bir
tarihsel amaç ve aşamadan bahsedebiliriz. Aynı şekilde, bu yoruma verilen yanıt
da farklı bir renk özelliğidir.
Yeni Osmanlı hareketi bir Avrupa oyuncağı
olduğu için abartılı düğümler her zaman olaylarla doludur. Bu açıklamaların her
birinin belirli bir dünya görüşüne sahip olmadığı unutulmamalıdır. Yeni Osmanlı
hareketinin kronolojisi hala tamamlanmıştır. Sağlıklı olarak tespit
edilmemiştir. Aslında tarih kaçınılmaz olarak Arnavutluk ve Arap
milliyetçiliğini bağımsızlık aramaya yöneltti ve Arnavutluk ve Arap
milliyetçiliği başlangıçta Osmanlı emperyalizmi çerçevesinde federal bir plan
önerdi. . Avrupa'da ekonomik, kültürel ve sosyal açıdan en geri kalmış
imparatorluk, anayasal monarşiye sahip ve daha gelişmiş olan Rusya'dır. Çarlık
döneminde geçti. Bu siyasi sıçramaya yol açan reformların ülkenin siyasi
kültüründe de önemli gelişmeler yarattığı kabul edilmelidir. Osmanlı
İmparatorluğu'nun mirası ise, bu bugünün bilinç değerlendirmesinin sonucudur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder