Translate

19 Aralık 2020 Cumartesi

Osmanlı Modernleşmesi






Nagihan BİLGİN


    Osmanlı İmparatorluğu'nun modernizasyonu, 1770-1876 yılları arasında, Osmanlı İmparatorluğunun yaklaşık bir asırlık reform ve reformlarını kapsayan bir dönemdi ve "reform" olarak adlandırıldı. Yaklaşık bir asır süren Osmanlı İmparatorluğu'nun modernizasyonu, 1770 ile 1876 yılları arasında, "reform" olarak adlandırılan Osmanlı İmparatorluğu'nda bir reform ve reform yaşadı. Osmanlı Devleti’nin modernleşme süreci birçok olguya bağlıdır. Bunu Tanzimat devriyle sınırlayamayız. Bu moderniyazyon sadece Osmanlı toplumunu değil etkileşimde olan birçok devleti de beraberinde etkilemiştir. Osmanlı yönetiminin sistem ve yapı olarak değişikliklere uğramasıyla ilmiye zümresinin görevi giderek artmış ve sorumlulukları çoğalmıştır. Klasik dönem olarak isimlendirdiğimiz bu zaman diliminde Osmanlı imparatorluğunun kültüründe, dinsel inanç ve örgütlenmesinde siyasi ve askeri organizasyonunda değişiklikler göze çapmaktadır. Bu değişimin en önemli etkeni hızla değişen çağa ayak uydurma çabasıydı. 14. yüzyıl Osmanlı şairleri 16. ve 17. yüzyıllarda farklı diller konuştu. 14. Yüzyılda Askeri Düzen ve Savaş Teknoloji 16. yüzyıldan farklıdır. Toprak düzeni ve mali yapısının en önemlisi Osmanlı İmparatorluğu olduğu söylenebilir. Modernleşme kurumundaki çabalar mensup kişileri birçok alanda etkilemiş bulunmaktadır. Bu modernleşme toplumsal ve siyasal örgüt odağı olan devleti de kapsamaktadır. 18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, eğitimden hukuka, sosyal ekonomiden siyasete ve yönetime; Osmanlı İmparatorluğu'nda eşi görülmemiş sorunlar yaşandı ve durum giderek ağırlaştı. Osmanlı hükümetinin nitelikli ve yetenekli insan gücü için artan bir talebi var. Bir yandan tüm bu koşullar siyasi, idari ve askeri koşulları karmaşıklaştırmakta ve toplum üzerinde daha fazla baskı oluşturmaktadır. Bu eksiklikler Osmanlı nezdinde batıya karşı ilgiyi arttırmıştır. Avrupa’yı ve Rusya’yı ustaca gözlemlendiği ve gelişmelerin Osmanlı toplumuna adaptasyon sürecinin başlayacağı dönemi oluşturmaktadır. Askeri ve ilim de çeşitli gelişmeler yapılmaya başlanmıştı. Değişen dönem beraberinde farklı isimleri de beraberinde getirdi bunlar; Islahat Devri, Tanzimat, Usul-ü Cedit… Bu kurumların oluşumu ve zaman dilimi içerisinde değişime uğraması birçok alanda toplumu da etkilemiştir. Modernleşmenin öncüsü olan Batı, bir yandan da Dünya’nın kutuplaşmasını sağlıyordu. İslam medeniyeti ve İslam kültürü gibi kavramları bugün bazı aydın ve bilginler bir ayrımlaşma için kullanıyorlar. Ama bu ayrımcı vurgulama asıl 19. yüzyılın kendini yüceltmek isteyen modernleşmeci ve de yeni ulusalcı Ortadoğulu düşünürünün kafasında yatan bir düşünceydi. Düşüncenin ötesinde İslam toplumunun diğer modern devletlerden aşağıya kalır bir yanı olmadığı açıktı. Devletlerin bu modernleşme çabası beraberinde birçok tartışmanın fitilini ateşlemiştir. Ayrı coğrafyalarda yaşayan ve ayrı etnik kökene sahip olan milletlerin uygarlaşma süreci nasıl olacaktı?

            Tartışmalar daha çok Japonya ve Rusya devletleri örnek gösterilerek yapılmıştır. Osmanlı toplumunda modernleşme çabasının fiilen bir ad konmadan meydana getirilmesi en büyük avantajı olmuştur. Osmanlı Devletindeki modernleşme süreci takip edildiğinde tek bir devlet kademesini ya da toplumsal değişikliği temel almak son derece eksik kanılara varmamıza neden olur. Bu süreç çok kademeli ve yavaş ilerleyen bir zaman dilimine tekabül etmektedir. Osmanlı Devleti’nin batılılığa teorik planda diğer devletlere nazaran hazır olmayışının en önemli kanıtı, tarih, felsefe ve edebiyat alanındaki yavaş değişmedir.

 

Hatta Fransız idare hukuku sistemini uygulamakta tereddüt etmeyen, pratik gerekçelerle Fransız Medeni Kanununu bile adapte etmeyi düşünenlerin; çağdaş Fransız tarih metoduna, Avrupa felsefesine aynı yoğun ilgi ve yaklaşımı göstermedikleri görülüyor.19. yüzyılın başlarında, hükümet dâhil herkes Batı'nın üstünlüğünden, ekonomisinden ve diğer başarılarından etkilenmişti. Ancak bazı çevreler, Batı'ya özen gösterilerek ve Osmanlı Devleti'nin gerekli tüm araçlarını kullanarak geleneksel çevrelerin ıslah edilmesi ve benimsenmesi gerektiğine inanmaktadır. 19. yüzyılın, Batıya karşı kuşku duymayan, batılılaşma yanlısı Müslüman düşünürleri bizde değil, Rusya Çarlığında ortaya çıkmışlardır. Nedeni bir yerde gayet açıktır. Osmanlı aydını Avrupa’yı dışından görmüş ürkmüş ve o toplumu da aslında gereğince tanımamıştı. III. Selim, 18. yüzyılda hüküm sürmüş diğer padişahlar gibi birçok yeniliğe imza attı.  1807 yılında Nizam-ı Cedid ordusu kuruldu. Yeniçerilerin faaliyetlerinden rahatsız olan III. Selim, bu orduyu kurarak askeri alanda yeni bir yapılanmanın ilk adımını attı. Manisa, Bolu, Sivas, Çorum ve Ankara başta olmak üzere yaklaşık 20 şehirde kışla kuruldu. Nizam-ı Cedid ordusunun kurulmasında ve buradaki askerlerin eğitilmesinde Fransa'dan yardım istendi. 18. yüzyıl sonlarındaki Osmanlı toplumu, bu toplumun 1826-1856. arasında yaşadığını yaşayabilecek bütün koşullara sahipti. Kırk yıl sonra başarılabilecek birtakım reformlar pekâlâ başarılabilirdi. III. Selim, sert, öngörülü bir hükümdar ve usta bir politikacı olsaydı, başlattığı ordu ıslahatı tutunur ve ordunun modernleşmesi etrafında biçimlenen yenilik hareketleri devam ederdi. 18, yüzyıl sonundaki reform girişimlerinin farklı ve yeni bir anlayışa dayandığı görülmektedir. Gerek III. Selim ve beraberinde gelen padişahların, etraflarındaki kadrolar el yordamıyla yürüyorlardı. Çünkü bu devrin devlet adamlarının amacı Kanuni devrini geri getirecek reformlar yapmak değildi. Ulemanın önünde veya fermanlarda böyle bir ifade mevcut olsa da, Osmanlı devlet adamları Dünya’nın değiştiğinin ve bu değişim ve gelişim sürecine devletin birçok kademesini de adapte etmek gerektiği kanısındaydılar. Osmanlı modernleşmesini hızlandıran etkenlerin başında ulusalcılık akımları ve hareketleri gelir ki, aynı zamanda imparatorluğunun yıkımını da hazırlamışlardır. Osmanlı İmparatorluğu'nun egemenliğinin başlangıcından bu yana, milliyetçilik Balkanlar'da özüne sahip olmuş, zamanla gelişip güçlenmiştir. 18. yüzyılda Avrupa'da Osmanlı İmparatorluğu'nun gerilemesi, Avusturya’nın Balkanlar ve Doğu Akdeniz’deki siyasi ve askeri gücünün ve ticari faaliyetlerinin pekişmesi ile aynı zamana denk geldi. Bu ticari açılım kültürel faaliyetleri bir araya getirse de, Avrupa Osmanlı İmparatorluğu'nun uzun vadeli ekonomik, idari ve askeri krizleri, vilayetlerin adem-i merkeziyetçi idari kurumlarının kurumsallaşmasını gerekli kılmıştır. Bu süreç Anadolu ve Balkanların yönetiminde değişikliklere neden oldu. 18. yüzyılın sonlarında, Rus İmparatorluğu Balkanlar ve Doğu Akdeniz'deki ticari faaliyetleri de artırdı. Bununla birlikte, Rus ticari filosu, başta Yunan armatörler olmak üzere ticari deniz taşımacılığının küçük bir payına sahiptir. Bununla birlikte, Rus ticari filosu, başta Yunan armatörler olmak üzere ticari deniz taşımacılığının küçük bir payına sahiptir. Yunan armatörler Rus bayrağı altında faaliyet göstererek çok zenginleşerek Leipzig, Viyana, Trieste ve Londra gibi Avrupa şehirlerinin yanı sıra Rusya'nın Karadeniz kıyılarına yerleştiler. Osmanlı İmparatorluğu'nda milliyetçi bir fikir vardı. Türk, en yeni tanıdıklardan biridir, bu sıklıkla tekrarlanır ve iyi bilinir. Günümüzde Osmanlı İmparatorluğu'nun son bir buçuk yüzyıldaki milliyetçi hareketini incelemek için Balkan dilindeki yayınları, orijinal belgeleri ve Feiner Patrikhanesi arşivlerini taramak gerekmektedir. 19. yüzyılın sonlarına kadar, Osmanlı İmparatorluğu arşivlerindeki Türk resmi belgeleri ve Türkçe basılı materyaller, tarihçilerin milliyetçi hareketi tanımlamaları ve dar kapsamlı açıklamaları için yalnızca kaynaklardı. Cevdet Paşa'nın milliyetçi olaylara ilişkin tarihsel anlatımları, sadece resmi görüşlere veya sansüre uyarak açıklanamaz. Osmanlı hükümeti Sırp ve Yunan devrimleriyle karşı karşıya gelmesine rağmen, milliyetçi olgunun gerçek doğasını ve kökenini çok geç anladı.

Babı Ali'nin diktatörü bürokrasiye gelerek 3 Kasım 1839'da Osmanlı İmparatorluğu tarihinde yeni bir dönem açan Hatt-ı Hümayunu okudu. Bab-ı Ali'nin gerçek hükümet dönemi o gün başlıyordu. Osmanlı tarihinde sadrazamların otorite kurduğu devirler olmuştu, ama Tanzimat döneminde. Sadece sadrazam değil, sadrazamla birlikte etrafındaki. Bürokrat kadro da yönetime egemen olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu, 18. yüzyıla Avrupa hukuk sisteminin bir parçası olarak girdi. Laik devletin hukuk sistemine göre, Karlofça Antlaşması ilk olarak bir Hıristiyan ülke ile Müslüman bir ülke arasında imzalandı. Bundan sonra Osmanlı Devleti tüm ticaret, kara ve deniz trafiği ve dış ilişkilerinde dikkatli hareket etmeli ve ülkenin tanıdığı gümrük, antlaşma ve diplomatik kurallara uymalıdır. Hızla değişen tarih, Osmanlı İmparatorluğu bürokrasisini farklı bir eğitimi ve farklı bir dünya görüşünü kabul etmeye zorladı. Tanzimat döneminin siyasetçileri de kendilerini değiştirme ve kendi toplumlarını geliştirme bilincinin farkındaydı. Bu yönleriyle tarihimizi yazanlar arasında anılırlar. O dönemin bakanları ve hatta başkentteki bazı yabancı büyükelçiler, 16. yüzyıl konularından daha önemli tarihçilerin ilgisini çekti. Tanzimat dönemindeki insanlar, değişen, çalkantılı bir ortamda yeni bir düzen yaratan, en azından onu yaratmak için çabalayanlardır. Değişimi destekleyenler ve muhafazakârlar bile kendi zamanlarını ve geçmişlerini daha bilinçli bir şekilde inceliyorlardı. 15-16 yüzyıl öte yandan, bu yüzyılın büyük adamları doğal ürünler ve yerleşik Osmanlı düzeninin katılımcılarıdır. Tanzimat da çağdaş vaatlerde bulundu Rus imparatorluğundaki ilkel asker toplama sisteminin benzeri Osmanlı ülkesinde de terkedilecekti, iltizam sistemi de terkedilmek ve Hristiyan tebaadan alınan cizye kaldırılmak isteniyordu. Gerçi her üç vaad de gerçekleştirilemedi ama belirli bir düzenleme ve düzeltme görüldü. İltizam kaldırılamadı, fakat merkezi hazinenin yararına yönelik bir biçimde toplandı. Askerlik hizmeti Kur'a usulüyle devam etti. Cizye kaldırıldı, ama gayrimüslimlere silah vermeyi uygun görmeyen komutanlar bu vergiyi «bedelat-ı askeriyye» adı altında toplattılar. Bu nedenle, gayrimüslim konular, askerlik hizmeti için zorunlu ihtiyari ödemeler kullanmamış ve hazine gelirlerini kaybetmemiştir. 18. yüzyılın başlarında Rusya'nın modernleşmesi ile karşılaştırıldığında, Osmanlı İmparatorluğu'nun modernizasyonu bir çıkmazdadır. 18. yüzyılda tarımsal modernizasyon gerçekleştiren bir ülke ticareti ve milli geliri artırabilirken, 19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu geleneksel ekonomik yapının getirdiği çıkmaza rağmen modernleşmeye devam etmektedir. Buhar sanayide kullanılıyordu. Avrupa ikinci tarım devrimini de tamamlamıştı, yani, tarım mekanize olmaya başlamış; hayvancılık öne geçmiş ve buna yönelik kültür bitkilerinin ekimine ağırlık verilmişti. İngiltere'de, Fransa'da tek sorun• şehirlere yığılan halkın ürettiklerini bütün dünyaya satmak değildi; nitelik değiştiren sanayinin ihtiyacı olan mamul, yarı mamul maddeler ve halkın tüketeceği gıda maddeleri yakın alanlardan sağlanmak zorundaydı. Deniz aşın kolonilerinin yetmediğini gören batı Avrupa, doğu Akdeniz'e yöneldi. 8. yüzyılda deniz kolonilerine dönüşen İngiliz, Fransız ve Hollandalı tüccarlar Osmanlı İmparatorluğu'ndaki faaliyetlerini büyük ölçüde azalttılar. 18. yüzyılda, Doğu Akdeniz ve Kuzey Afrika'daki Avusturya ticari faaliyeti yalnızca arttı. 17. yüzyılda İngiltere’nin Osmanlı İmparatorluğu ile ticareti onda birini oluşturuyordu, ancak 1770’lerde bu oran% 1’e düştü. Bu dönemde yönetici sınıfın oluşumu, Osmanlı devletinin yapısının değişmeye başladığını göstermektedir. 1840'larda Osmanlı İmparatorluğu kriz ve değişim dönemindeydi. Ülkenin gelişmemiş ilkel tarım düzeni ve el işçiliğine dayalı ekonomik yapısı, endüstriyel imparatorluğun genişlemesi hırsıyla karşı karşıya kaldı. 19. yüzyılda ordu lağvedildi ve modern Osmanlı ordusu kuruldu.

 Peter, 18. yüzyılda Rusya'da olduğu kadar kolay değildir. Modern ordu barut fabrikalarını, tersaneleri, bazı kumaş dokuma fabrikalarını ve dökümhaneleri donatamaz. 19. yüzyılda asker yetiştirmek ve donatmak; daha ileri teknoloji, bir mühendis ekibi ve mükemmel ve kapsamlı bir mali yönetim bürokrasisi gerektirir. Modern ordunun hayatta kalması ve verimliliğinin artırılması için madencilik, yan sanayi kolları, askeri teknik okullar, ülke çapında deniz taşımacılığı veya karayolu ağlarına ihtiyaç vardır. 1830'larda Avrupa diplomatik topluluğu, Navarin olayını ciddi bir siyasi hata olarak nitelendirdi. 18. yüzyıldan beri ülkeler kaçınılmaz olarak merkezileşme değişiklikleri yaşamaktadır. Modern zamanlarda merkezileşme, devletin finansal, idari ve hukuki alanlarda standartları ve genel kontrolü büyük ölçüde tesis etmesi durumunda ortaya çıkan bir niteliktir. Merkezi devlet; adanmış ve kalabalık bir bürokrasiye sahiptir ve toplum üzerindeki güçlü kontrol nedeniyle bu bürokrasinin kayıt sistemi iyileştirilmiştir.

Modern Çağların merkeziyetçi devletinin mutlaka otoriter ve totaliter olması da gerekmez. Tersine Avrupa devletleri, merkeziyetçilik aşamasına girdiklerinde İngiltere'de olduğu gibi evrimci, Fransa'daki gibi devrimci bir gelişi role demokrasi rejimini de benimsenişlerdi. Merkeziyetçi devlette hükümdar bulunabilir ama geniş tabanlı ve çoğulcu bir siyasal denetim mekanizması, iktidarın bütüncül veya otoriter bir gücün eline geçmesini de önleyebilir ve 19: yüzyıl Avrupa'sında böyle olmuştur. Kısacası, bir anlamda merkezileşme, mutlak güç tarafından kullanılabilen veya kontrollü iktidar tarafından kontrol edilebilen bürokratik iktidar demektir. Bununla birlikte, merkezi bürokrasilerin kontrollerini artırmak için ileri teknolojiyi kullanmaları yaygın bir olgudur. Reform sürecinde Osmanlı hükümdarları duruma göre harekete geçmişler ve bir Avrupa sistemini benimsemişlerdir. Üstelik Tanzimat dönemi bürokratları bir değil, birkaç Avrupa ülkesinin sistemini gözden geçiren ve örgüt projelerini, nizamnameleri karma olarak hazırlamayı bilen adamlardır. Tanzimat bürokratlarının değişik kaynaklara başvurma merakını en önemsiz bir nizamnameden 1876 Kanun-u Esasi'sine kadar her hukuki belgede görmek mümkündü. III. Selim'den beri Osmanlı İmparatorluğu Avrupa'nın büyük başkentlerine sürekli elçiler göndermeye başlamıştı Avusturya ve Osmanlı temsilcilerinden oluşan bir komisyon, 9 Haziran 1861 tarihli Cebel-i Lübnan Nizamnamesini hazırladı. Buna göre bölgeye Hristiyan mutasarrıf tayin edilecek, mutasarrıfın yanına her cemaatten birer vekil atanacak ve ikişer üyeden kurulu bir merkezi meclis bulunacaktı. Tanzimatçılar bütün yetkiyi elinde tutan eski vali tipinin mutlak otoritesini nasıl sınırlayacağını uzun zaman düşünmüşlerdi. İlk anda mali yetkileri elinde toplayan ve valiye eşit rütbede muhassıllar tayin edilmiş, klasik devirdeki sancakbeyi, defterdar, kadı üçlüsünün yerine vali - muhassıl - komutan üçlüsü konmak istenmişti. Son devir Osmanlı yöneticileri, belediye örgütünü düzenli şehir hizmetlerinin görülmesi için istediler. Laik devletin aynı kuralları tüm ülke, idari bölge ve her vatandaş için geçerlidir. Bunun standartlaştırılmış yasal kuralları olan merkezi bir ülke olduğunu söylemiştik. Elbette bu özellikle dini kural ve laik devlettir. Aynı kanun her vatandaş, idari kurum ve ülkenin her yerinde geçerlidir. Hukuki kuralların standartlaştırıldığını söylemiştik. Elbette bu özellikle dini kuralların ve inançların kaldırılması anlamına gelir, yani aynı mevzuat farklı cinsiyetlerden (kadın ve erkek) ve farklı dinlerden insanlar için geçerlidir. Dolayısıyla 15. yüzyıldan 17. yüzyıla kadar Osmanlı yönetimi sırasında, o dönemin Avrupa'sına göre, Osmanlı hukuk sisteminde dini hoşgörü ve din dışı geleneklerin yaygınlığı, dini sorunların çözümünden sorumlu Şeyhülislam'dı. Kemal Paşazade ve Ebussuud Efendi gibi Müftülerin desteği sayesinde makam daha da önem kazandı. "Tanzimat" ın yayınlanmasından önce eğitim sistemi sıkıntıya düşmeye başladı.


 Merkezileşmiş bir modern ülke, kendi ideolojisini aşılamak ve ihtiyaç duyulan bürokratik kadroları eğitmek için en azından vatandaşların din ve inanç farklılıklarını dikkate alan adil bir eğitim sistemi kurmalıdır. Klasik dönemde, din eğitimi her sınıf insan ve her dini grup için tamamen yaygındı. Osmanlı İmparatorluğu'nda; 19. yüzyılın başlarından itibaren askerî ve sivil idarenin modernizasyonu nedeniyle modern eğitime yakın kalite sağlayan okullar kurulmuş, din eğitim kurumları ile ve yakınında gelişmeye ve rekabet etmeye başlamıştır. Bu. İyileştirme çok önemlidir. Osmanlı İmparatorluğu'nun reformcuları, din adamlarına ve dini kurumlara karşı açıkça savaşmadılar. Akademisyenlere ve dini gruplara ek olarak, laik eğitim düzenlediler ve laik bürokrasi önerdiler. Cehaletten kurtulmak ve Osmanlı İmparatorluğu'nun ruhunu tesis etmek için Müslüman tebaaların kapsamlı modern eğitimine olan ihtiyacı vurguladılar. Sanayinin gelişmediği bir imparatorlukta böyle bir eğitime ihtiyaç ortaya çıkmadı. Mesleki eğitim okulu açıldı.

 

 19. yüzyılın Osmanlı devleti, ideolojisini dış ülkelere anlatmak ve kabul ettirmek için bütün modern devletler gibi bir basın organına ihtiyaç duydu. Bunun dışında devletin gözetiminde ve hatta desteğinde özel gazeteler de çıktı. Bunlar daha çok imparatorlukta yerleşmiş olan yabancılardı ve onların çıkardığı gazeteler büyük ölçüde dışa dönük propaganda fonksiyonu görüyordu. Agâh Efendi ve Şinasi'nin Ekim 1860'da çıkarmaya başladığı Tercüman-ı A hval gazetesi ile Türkiye'de basın, siyasal eleştiri görevine başladı. Sadece siyasal eleştiri değil; Tercüman-ı Ahvalle dil ve edebiyatta da yenilikler öneriliyor, tartışmalar yapılıyordu. Devletten yardım almayan bu gazete ile siyasal hayatımızda basın, üstüne düşen görevi yerine getirmeye başlamıştır.

 Okuma - yazma oranının çok düşük, bundan başka gazeteyi ülkenin uzak köşelerine götürmek için ulaş1m sisteminin yeterli olmadığı bir ülkede başkentteki basının görevini yaygınlıkla yerine getirmesi beklenemezdi. Bu nedenle vilayet yönetimi yeniden düzenlendiğinde her vilayetin merkezinde bir vilayet gazetesi çıkarılması öngörüldü. İlk örneği Midhat Paşa, Tuna vilayetinde Türkçe. ve Bulgarca çıkan Duna gazetesiyle verdi. General Chrzanowski Wojceh ve maiyetindeki iki Polonyalı subayın Osmanlı hizmetine alınmasını Avusturya - Rusya ve Prusya şiddetle protesto etmişlerdi. Prusya elçisi bu olay üzerine Prusya'dan askeri uzman yollanamayacağı tehdidi savurmuştu. Osmanlı'ya gerçekten hizmet edenler büyük devletleri rahatsız ediyordu. 19. yüzyılda İstanbul ve büyük liman şehirlerinde yeni bir hayat başladı. Bu yeni hayat tarzı, sadece· konaklar, Avrupa mobilyası ve alafranga sofra adabı olarak özetlenemez. Modernleşen her toplumda yeniye tepki doğal bir olaydır: Avrupa uygarlığına yüz elli sene önce giren Rusya'da bile Aksakov; geriye 'dönelim diye haykırıyordu. Modernleşmenin getirdiği kriz Rusya kadar ciddi olmasa da Osmanlı toplumunda da bir tepki yarattı ve hükümdarlar muhalefetin rengini ve doğasını ilk başta anlamadılar. Çünkü Osmanlı toplumundaki her şey ve sistemler gibi siyasi fikirler ve siyasi muhalefet de değişti. Modern toplum artık tarihte yaşamıyor, tarih içinde yaşıyor. Muhafazakâr yöneticilerinden muhalif yazarlara kadar Tanzimat aydınları, çağdaş dünyada ayakta kalabilmek için olayları değiştirip yönlendirmeleri gerektiğini bilirler. Onu korumak için bu geleneğin farkında olmak gerekiyor. Tarih yazımımızda ve düşüncemizde Yeni Osmanlı İmparatorluğu'nun örgütlenmesi ve hareketi farklı değerlendirmeler aldı. Klasik görüş; Yeni Osmanlı İmparatorluğu'nun meşrutiyet ve insan haklarının uygulanması için verdiği mücadelenin görkemi budur. Burada tarihsel bir düz çizgiden, belirli bir tarihsel amaç ve aşamadan bahsedebiliriz. Aynı şekilde, bu yoruma verilen yanıt da farklı bir renk özelliğidir.

 Yeni Osmanlı hareketi bir Avrupa oyuncağı olduğu için abartılı düğümler her zaman olaylarla doludur. Bu açıklamaların her birinin belirli bir dünya görüşüne sahip olmadığı unutulmamalıdır. Yeni Osmanlı hareketinin kronolojisi hala tamamlanmıştır. Sağlıklı olarak tespit edilmemiştir. Aslında tarih kaçınılmaz olarak Arnavutluk ve Arap milliyetçiliğini bağımsızlık aramaya yöneltti ve Arnavutluk ve Arap milliyetçiliği başlangıçta Osmanlı emperyalizmi çerçevesinde federal bir plan önerdi. . Avrupa'da ekonomik, kültürel ve sosyal açıdan en geri kalmış imparatorluk, anayasal monarşiye sahip ve daha gelişmiş olan Rusya'dır. Çarlık döneminde geçti. Bu siyasi sıçramaya yol açan reformların ülkenin siyasi kültüründe de önemli gelişmeler yarattığı kabul edilmelidir. Osmanlı İmparatorluğu'nun mirası ise, bu bugünün bilinç değerlendirmesinin sonucudur.


KAYNAK : İlber Ortaylı, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, Timaş Yayınları, 2016 İstanbul, s.11-110.
Feridun Emecen, Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluş ve Yükseliş Tarihi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2019 İstanbul, s.81-95.

https://onedio.com/haber/400-yillik-turk-modernlesmesine-dair-bilinmesi-gerekenler-447242

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İZLE BUTONUNA TIKLA ABONE OL ! Yazılarınızı E-posta Adresimize Gönderebilirsiniz.