Translate

29 Haziran 2021 Salı


I.MEŞRUTİYET DÖNEMİ



                  



Nagihan BİLGİN

Meşrutiyet Kavramı ve Yasama Geleneği


Hükümdarın yetkilerinin anayasa ve halkoyuyla seçilen meclis tarafından kısıtlandığı yönetim biçimidir. Arapça şart kökünden türemiş olan meşrutiyet 19. asırdan itibaren Osmanlı Devleti'nde meclisli saltanat-hilafet anlamında kullanılmıştır. Daha genel ifadesiyle; meşrutiyet, bir hükümdarın başkanlığı altında parlamento yönetimine dayanan yönetim biçimidir Yakınçağ Türk tarihi açısından önemli bir dönüm noktası olan II. Meşrutiyet, daha önceki yenileşme ve modernleşme çabalarının devamı olarak algılanmalıdır. Lale Devri ile başlayıp Tanzimat, Islahat ve I. Meşrutiyet dönemleriyle tamamlanan bu hareket, uzun soluklu batılılaşma serüveninin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır.

Tanzimat idare sisteminde halkın can ve mal güvenliğini muhafaza etmeye yönelik hukuki önlemlerin alındığı görülmektedir. Ekonominin geliştirilerek kanunlarla teminat altına alınması son derece önem arz etmektir. Devletin genel tutumu ele alındığında yaptığı girişimlerin kanunsuzluklara ve suiistimallere son verilmesi yönünde önlemler aldığı çok açık. Bu amaç doğrultusunda teşekkül ettirilen yapı Osmanlı Devleti’nde parlamento sisteminin temel kolunu oluşturmuştur. Bu bağlamda değerlendirildiğinde II. Mahmud devrinde icraatın denetlenmesi ve idari sistemin düzgün bir biçimde işlemesi amacıyla Meclis-i Vala-yı Ahkâm-ı Adliye vücut bulmuştur. Önemli yetkilerle donatılan bu meclisler padişahın gölgesi niteliğindelerdi. Söz konusu meclislerin kararları dönemin iktidar gücü tarafından destek görerek uygulanmıştır. Bu meclisler hukuki atılımların bir nevi ön görüsü niteliği taşımaktadır. İleride teşkil edilecek Osmanlı parlamentosu için Osmanlı Devleti’nde bir geleneğin yerleşmesini sağlamışlardır.

Tanzimat devrinde başlayan bu idari yapılanma süreci, başvurulan kurumların sayısının artmasına sebebiyet verdi. Bu süreç beraberinde yeni danışma kurumlarının meydana çıkmasına neden oldu. Görev yükünü paylaşma namına küçük çaplı mekanizmaların vücut bulması yasama ve yargı geleneğinin hızlı bir biçimde gelişmesinin önünü açmış bulunmaktadır. 1839 tarihinden itibaren devlet yapısında kuvvetler ayrılığının olduğu göze çarpmaktadır. Bab-ı Ali icra kuvvetini kullanma da nisbi bir bağımsızlık kazanabilmiştir. Bu ihtisaslaşma sürecinde 1868 yılında teşkil edilen Şura-yı Devlet meşruti rejime gidişte önemli bir safha olmuştur.


Meşrutiyet Öncesi Siyasi Gelişmeler


19. yüzyıl temel alındığında siyasi ve ekonomik olarak batılı devletlere nazaran oldukça zayıf bir konumda olduğu görülmektedir. 1856 da ise Paris Antlaşması görüşmelerine paralel olarak ilan ettiği Islahat Fermanı ile Osmanlı imparatorluğunda yaşayan azınlıklara çeşitli siyasi sosyal haklar tanındı. Bu bağlamda balkanlarda ki mevcut olan topluluklar bağımsızlık gibi ideolojik fikirler doğrultusunda devlete isyan teşebbüslerinde bulundular. Bu isyan sürecinde dışarıdan gelecek her türlü yardımı da göz ardı etmediler. Bu mevcut isyanlar kontrol altına alınmaya çalışılırken zaman zaman dış güçlerle karşı karşıya gelinmiştir. Dış güçler Osmanlı İmparatorluğunun uyguladığı siyasi stratejiyi sert bulmuşlardır. Bu hususta Osmanlı imparatorluğunu sık sık uyarmışlar yeni idari hukuk sisteminin oluşması için sıkıştırılmıştır. Siyasi ortam bu denli karışık iken Osmanlı devleti içerisinde yeni bir kavram olan “meşrutiyet” idaresini talep eden ideolojik bir grup ortaya çıkmıştı. “Yeni Osmanlılar” olarak bilinen bu grup Şinasi, Namık Kemal ve Ziya Paşa gibi gazeteci, yazar ve düşünürlerle Mustafa Fazıl Paşa ve Mithat Paşa gibi devlet adamlarının fikirleri etrafında örgütlenmişti. Bu gruba V. Murat da dâhil olmuştur. Düşüncelerine göre; Osmanlı İmparatorluğu da Dış güçler gibi anayasalı ve bir mevcut meclise sahip olan yürütme sisteminin kurulması idi. Bu düşüncenin altında yatan fikir Batılı devletlerin baskısını bir nebze keserek eski gücüne kavuşmak olabilir. Meşrutiyet idaresini istemeyen Sultan Abdülaziz 1876 yılında tahttan indirilerek yerine V. Murat padişah yapılmıştır. Mevcut padişahın ruh sağlığının el vermemesi neticesinde saltanat değişikliğine başvurdular. Olaydan üç ay sonra ise II. Abdülhamit saltanat tahtına getirilmiştir. Rusya, İngiltere, Fransa gibi batılı güçler Balkanlardaki söz konusu ıslahatı görüşmek amacıyla İstanbul Konferansı’nın hazırlarını düzenlemekteydiler. Mithat Paşa başta olmak üzere birçok yetkilinin düşüncesi; padişahın atayacağı kişilerle Müslüman ve Gayrimüslim halktan seçilerek meydana gelecek federal bir meclis Osmanlı için kurtarıcısı olma ihtimali idi. Toplanacak olan devletlerarası konferansa böyle bir meclis ve anayasa ile çıkmak, üç devletin diplomasisinin amacını boşa çıkarmak olacaktı. Mithat Paşa bu nedenle Kanun-i Esasi’nin bir an önce hazırlanması için acele etmekteydi. Padişah’ın Tanzimat Fermanı gibi yasal düzenlemelere aykırı olarak faaliyetlerde bulunması ülke içinde yeşeren farklı düşünürleri tetikledi. Avrupa’da eğitimlerini tamamlamış olan Genç Osmanlılardan birkaçı ilk defa siyasi bir teşkilat haline gelerek bu tutum karşısında mücadele etmelerine sebebiyet vermiştir. Bu bağlamda açılan meşrutiyet ve hürriyet bayrağı birçok insanı etkilemiştir.1860’larda Paris ve Londra’da; anayasa, parlamento gibi kavramları seslendiren Genç Osmanlılara rastlanıyordu. Bu bağlamda ortaya çıkarılan Jön Türk dergisi bu idealiler çerçevesinde şekillenmişti. Batı devletlerinin siyasi sosyal düzenlemelerindeki etkisindeki aydınlar özgürlük talep etmiş ve anayasal bir düzen içerisinde idare edilme taleplerini daha sesli hale getirdiler. Bu yolda mücadeleye başlamışlardır. Akçura bozulan bu siyasi düzeni tekrar sağlamak üzeri izlenilmesi için üç siyasi yol önerisinde bulunmuştur: Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük. Ziya Gökalp ise Garplılaşmak, İslamlaşmak ve Türkleşmekten söz etmiştir. Bu aydınlar sürekli devlet nasıl kurtarılabilir yâda düzgün bir yasama organı nasıl oluşturulabilir gibi sorulara cevap aramış önerilerini de bu uğurda sunmuştur. Ortaya çıkan bu oluşum “İttifak-ı Vatan Cemiyeti” adı altında kuruldu. Dönemin iki padişahı olan Murad ve Abdülhamit cemiyete ilgilerini esirgemediler. Çalışmalarını dönem dönem Paris’e giderek yapan bu toplulukta bir süre sonra maddi desteğin kesilmesi onları derinden sarsarak yeni bir basın organı üretmeye itmiştir. Oluşturulan bu topluluk, başta Namık Kemal olmak üzere Meşrutiyetin varlığının ülkede etkin bir şekilde yerleşmesini istiyorlar ve ellerinde bulunan sınırlı imkanlarla bu uğurda mücadele ediyorlardı. Topluluğun üyelerinin yöntemleri birbirinden farklı bir biçimde konumlanmış olsa da amaçları aynıydı. Namık Kemal yazılarında kendisi başta olmak üzere toplulukta bulunan arkadaşlarının amacının parlamento rejimini oluşturmak istediklerini sık sık beyan etmekteydi. Burada en dikkat çekici husus Namık Kemal ve arkadaşlarının oluşturmak istedikleri düzen ile ilgili olan kısımda bulunmaktadır. Batı’daki mevcut düzeni olduğu gibi aktarma niyeti taşımıyorlardı. Genç Osmanlılar batıdaki kurumların olduğu gibi Osmanlıya aktarılmasına birebir şekilde kullanılmasına karşıydılar. Doğu ile Batı arasındaki uçurumu bir nebze de olsa yumuşatma niyeti taşıyorlardı. Kurulacak meclis için aydınlar farklı görüşler taşıyordu. Namık Kemal’in kurulmasını önerdiği düzenin ayrı ayrı görevleri bulunan üç teşkilât istiyordu. Bunlar: 1- Meclis-i Şurayı Devlet 2- Meclis-i Şurayı Ümmet 3- Senato’dur. Böylelikle Osmanlı idaresi içerisinde ilk defa bir yasama- yürütme gücünün varlığının denetimi konusunda Meşrutiyet yönetiminin kurulması isteğini açık olarak ortaya konuluyordu. Meşrutiyete geçişi kolaylaştıran önemli hususlar arasında basının yeri yadsımaz derecede önem arz etmiştir. Bu fikirlerin geniş halk kitlelerine duyurulması ve taraftar toplamaları açısından önem arz etmektedir. 


Genç Osmanlılar öyle tertipli düzenli bir teşkilat yapısına sahip bir oluşum değildi. İktidara gelmek içinde bir girişimde bulunmadılar. Onlar fikirlerini basın-yayın organları aracılığıyla aktarıyorlardı. Hürriyet ve meşrutiyet gibi kavramlar hızlı bir şekilde yayılmaya başlamıştı özellikle 1867-1875 tarihleri temel alındığında yoğun bir düşünce sistemi hakim diyebiliriz. Kanun-ı Esasî programı ile ortaya atılan Genç Osmanlılar Cemiyeti henüz etkisiz kuruluştu. Kimi zaman bu oluşumlar halkta ve iktidarda olası bir hükümet darbesi düşüncelerini yeşertmeye başlamıştı. Fakat yukarıda değindiğimiz gibi bu topluluk teşkilatlı bir yapıda değildi. Abdülaziz’in de tahttan öyle birden bire indirilmesi de kolay bir olay değildir. Halkın da herhangi bir ayaklanma tertip etmesi de olası değildi. Lakin medrese öğrenim gören öğrencilerin bir ayaklanma başlatması icabında halkında buna destek vermesini sağlayabilirdi. Sadrazam Mahmud Nedim Paşa’ya karşı olan devlet adamları bu düşünce ile medrese öğrencilerini isyana teşvik ettiler. Bu teşvik neticesinde 11 Mayıs 1876 tarihine tekabül eden zaman diliminde medresede öğrenim gören öğrenciler derslerini boykot ederek bir ayaklanma başlattılar. Bu ayaklanmaya bazı halktan kesimde destek vermişti. Öfkeli bir biçimde Bab-ı Âli’ye doğru yürüyen kalabalık Padişah’tan Sadrazam Mahmud Nedim Paşa ile Şeyhülislâm Hasan Fehmi Efendi’nin azlini istediler. İstekleri kabul edilmişti. Bu olay “Softalar Kıyımı” olarak bilinmektedir. Gerçekleşen bu olay Padişahı endişeye düşürmüştü. Sultan Abdülaziz’in Rusya’ya yakın siyasi ilişkiler kurması diğer batılı devletlerin memnuniyetsizliğine yol açtı. Özellikle İngiltere’nin öfkesine sebebiyet vermişti. 1867 tarihinde Londra’da bulunan Abdülaziz’e eşlik eden Murat Efendi’nin tavırları ve sözleri İngilizlerin güven ve sevgisini kazanmıştı. Padişahın tahtından indirilerek şehzade Murat’ın iktidara geçmesinin İngiltere tarafından destek bulacağını ifade etmiştir. Padişah böyle bir sonuç ile karşılaşmamak amacıyla Midhat Paşa’dan bir lâyiha hazırlamasını istedi. Bu layihalar ülkenin içinde bulunduğu siyasi konum ile ilgiliydi. Ülkedeki huzursuzluklara bir nevi çözüm üretme amacı taşıyordu. Midhat paşa bu sorunların çözümü için anayasa düzenin olması gerektiğine işaret ediyordu. Fakat oluşturulan bu layihalar ve öneriler padişah tarafından dikkate alınmadı. Eski siyasi düzende devleti yönetmeye devam etti. Fakat Şeyhülislâm Hayrullah Efendi’nin verdiği fetvaya dayanılarak 30 Mayıs 1876 tarihinde kararlaştırılan günden iki gün önce tahttan indirilerek yerine Şehzade Murat tahta oturdu. Üç ay gibi bir süre zarfında iktidarda kalan V. Murat aydınların ve devlet adamlarının istediği düzeyde reformları gerçekleştirebilecek bir şehzade olmasına rağmen ruh sağlığı bozulduğu için tahttan indirildi. Bu padişah değişikliği Kanun-ı Esasi’nin ilanını geciktirdi. II Abdülhamit istenilen mevcut siyasi düzeni sağlayacağı yönündeki temkinleri üzerine 31 Ağustos 1876 tarihin de toplanan Vekiller heyeti Sultan V. Murat’ı tahttan indirerek yerine veliaht şehzade Abdülhamid’i tahtta çıkardı. Abdülhamit tahta geçtiği sürede balkanlarda siyasi karışıklıklar sirayet etmeye başlamıştı. Rus İmparatorluğu resmen Osmanlı devletine kesin uyarı vermişti diyebilir. Devletlerin Haliç Tersanelerinde bir araya gelerek Osmanlının artık bir reform çalışmalarına girişmesi gerektiği ve Balkanlardaki mevcut siyasi durumu tartıştılar. Bunun haricinde Rus İmparatorluğunda sık sık azınlıkları bahane ederek Osmanlı devletinin iç işlerine müdahalede bulunuyordu. Siyasi olarak devlet epey karışık bir haldeydi. Paşalar bu buhranlı durum karşısında Kanun-ı Esasi’yi bir an önce ilân etmekten başka çare olmadığını düşünüyordu. Abdülhamit siyasal bir hareketle 23 Aralık 1876’da Kanuni Esasi’yi ilan etti. Böylelikle I. Meşrutiyet dönemi fiili olarak başlamış oldu. Kanuni esasi padişahın yetkilerini sınırlandırıyor gibi görünse de istediği gibi sadrazamları atayı meclisi fes etme yetkisine sahip bulunmaktadır. Lakin burada en önemli husus hükümdarın birçok hakka sahip olmasına rağmen anayasa düzeninde Avrupa devletlerinin Osmanlı’nın iç düzenine nasıl sirayet ettiğini gözler önüne sermektedir.                                  



    Kanun-ı Esasi’nin Hazırlanması Rejimin Yeni Organları

                                

Kanuni Esasi’nin ilanından sonra asıl konu nasıl bir sistemde vücut bulacağı meselesi olmuştur. Genç Osmanlılar ve onların lideri durumundaki Midhat Paşa, hazırlanarak anayasanın, bir komisyon veya toplanacak olan Meclis-i Mebusan tarafından hazırlanacağını düşünmekteydiler. Midhat paşa ana yasa hazırlıklarına aslında hükümette yer almadan önce başladığı düşünülmektedir. Padişaha sunduğu belgeler bunu tasdik eder niteliktedir. Fransız, Belçika anayasaları temel alınarak düzenlenen layihaların padişah tarafından beğenilmemesi durumunu şöyle izah edebiliriz. Padişah bu meşrutiyet düzeninin sadece Midhat Paşaya atıf etmek istemiyor olabilir. Önce vücuda getirilen bu anayasa fikirlerinin devletin siyasi sosyal durumuna uyup uymadığı konusunda çeşitli analizler yapılmalıydı.“ Şer-î Şerife” aykırı olup olmadığını öğrenmek için, İslâm hukukçularında görüş istedi. Hukukçular bu hususa pek sıcak bakmamışlardı. Meclisin açılmasının çalışmaları tamamlanmasının ardından II. Abdülhamid 8 Ekim 1876 tarihinde sadarete ilettiği bildiride Kanun-ı Esasî’nin düzenleme ve meydana getirilme işini Midhat Paşa’nın başkanlığında kurulan bir komisyon verdi. Söz konusu olan bu komisyonda 28 üye görev almaktaydı. Üyelerden bazılar: Maarif Nazırı Cevdet Paşa, Nâfıa Nazırı Server Paşa, Fetva Emini Hadik Efendi, Hariciye Müsteşarı Aleksandır Efendi, Adliye Müşteşarı Vahan Efendi, Şuray-ı Devlet üyesi Ohanis Efendi daha sonraki yıllar temel alındığında aydınlıkçı düşünce sisteminin mimarları arasında sayılacak olan Namık Kemal’in de üye olarak atandığı görülmektedir. Midhat Paşa var olan siyasi karmaşa ve bir dize sorun beraberinde Kanun-ı Esasî ve Meşrutiyetin ilânını bir an önce gerçekleştirmek için çaba sarf ediyordu. Söz konusu üyeler arasında kendisi de dâhil olmak üzere meşrutiyete destek veren çok kişi kalmamış idi. Rüştü paşanın görüşü şu yönde idi. Kendisi bir anayasanın değil, köklü bir değişime yani derinden bir ıslahata ihtiyacın olduğunu düşünüyor ve bu uğurda hareket edilmesini istiyordu. Ahmet Vefik Paşa temel alındığında ise tamamen bir zıt görüşün hâkim olduğunu görmekteyiz. Kendisi tamamıyla meşrutiyetin aleyhinde yer almaktaydı. Meşrutiyet düzenini desteklemeyenlerin arasında olası bir siyasi karmaşa çıkarmak maksadıyla yer alan birçok ulema ve otoriter kimseler mevcut idi. Bu ulema ve farklı kesimden oluşmuş bireyler anayasa aleyhinde çeşitli propagandalar gerçekleştirmekte idiler. Bu anayasanın kâfir işi olacağı iddiasıyla bu duruma karşı idiler. Fakat bu oluşturulmuş zıt kutup temel alındığında Midhat Paşa bütün bu olumsuzluklara rağmen Kanun-ı Esasi’yi biran önce vücut bulması için çaba sarf ediyordu. Mithat paşanın biran önce anayasayı ortaya çıkarmasındaki temel husus Osmanlı imparatorluğunun içinde bulunduğu siyasi ve sosyal karmaşa içinde bunalıma yükleniyor oluşudur. Özellikle Hersek’te mevcut ayaklanmaların çıkması ve yayılarak Osmanlı imparatorluğuna da sirayet edecek bir hal alması Batılı devletin olaya el atmasına sebebiyet verdi. Bu uğurda İstanbul’da toplanan konferans meydana geldi. Konferansın açılış gününe rastlayan 23 Aralık 1876 tarihinde onaylanarak yürürlüğe girdi. Meşrutiyetin ilânı her sınıf hakta büyük sevinç yarattı. Anayasanın ilânına en çok memnun olanların başında, gayrimüslimler geliyordu. Her ne kadar ülke çapında geniş yankılar uyandırsa da bütün meselelere çözüm getirecek mahiyette değildi. Önemli olan husus ise onun ihtiyaç duyduğu kurumları biran önce inşa etmek ve hükümlerini uygulamaya koymak idi. Anayasa çerçevesinde birtakım çalışmalar yapıldı bu uğurda seçim bildiri olan “ Talimat-ı Muvakkate” hazırlığına girişildi. Lakin seçimlerin yapılışı ve Mebusan Meclisi’nin faaliyetlerini Midhat Paşa göremeyecekti. II. Abdülhamid’in Anayasaya koydurduğu 113. maddeye dayanarak ülke dışına sürgüne gönderildi. Meclis-i Mebusan Seçimlerin Yapılması Ve Meclis-i Mebusan’ın Açılışı 1876 Anayasasının kabul ettiği parlamentonu ismi “Meclisi-i Umumî’dir. Bu meclis, iki ayrı meclisten meydana gelmektedir. Bunlardan birisi “Heyet-i Âyan” diğeri de “ Heyet-i Mebusan” idi. Ülkemizde yapılan bu ilk seçimler “Talimat-ı Muvakkale” de yapılan 7 madde esasına göre yapılmıştır. Bu süre zarfında yapılan eylemler idare sistemi tarafından net bir karara tabii tutuldu. Kurulan bu meclisin en önemli özelliği ise çeşitli gruplara mensup insanlardan oluşması idi. Üyeler sorumlu oldukları bölgeler üzerinde çeşitli çalışmalarda bulunuyor mevcut düzenin sağlanması adına kanunun temsilciğini yapıyorlardı. Oluşturulan bu siyasi düzenleme çalışmaları bakıldığında Batı’yı örnek alan bir düzen amaçladığı ama esasen kopya olmadığı göze çarpmaktadır. I. Meşrutiyet’in en önemli özelliği hukuksal açıdan bir Anayasa’nın varlığından söz edilebilir bir hale gelmiş olmasıdır. Kanun-i esasi gerçek anlamda bir meşruti yönetim kuramamıştır. Fakat baskın tek elden yönetilen bir iktidar düşünce sisteminden çıkışı kolaylaştırmıştır. Bu nedenle iktidarın mutlak hâkimiyetinde olan Heyet-i Mebusan’ın seçimle meydana getirilmiş ilk Osmanlıya ait meclisin olması bakımından son derece önem arz etmektedir. Bu şekilde seçmenle, onun vekilleri arasında kurulan ilişki, milleti de bir siyasal varlık olarak anayasal sisteme katmıştır. Bu durumda padişahta siyasal sistemin mutlak ve tek egemeni olmaktan çıkmıştır. Ayrıca adı konulmasa dahi millet artık padişahın mutlak egemenlik hakkına rakip olmak üzere ortaya çıkmıştır. Halkın fiili olarak bu düzende bir etkisi bulunmamış ise de Tanzimat ile kıyasladığımız zaman ikna edilemeyecek durumda olan padişahın varlığı ve bunun dışında aydınların etkisinin oldukça fazla olması yukarı bir hareket neticesinde gerçekleştiği söylenebilir. Tanzimat temel alındığında bu mevcut durumun tam tersi bir olayı ifade etmektedir. Meşrutiyet düzenini farklı bir açıdan inceleyecek olursak batı idaresinden farklı olarak mutlak idareyi sağlamak yerine hukuk kuralları çevresinde halka eziyet etmeden hareket edilmesi niyeti taşıdığı görülmektedir.Oluşturulan bu siyasi düzenleme çalışmaları bakıldığında Batı’yı örnek alan bir düzen amaçladığı ama esasen kopya olmadığı göze çarpmaktadır. I. Meşrutiyet’in en önemli özelliği hukuksal açıdan bir Anayasa’nın varlığından söz edilebilir bir hale gelmiş olmasıdır. Kanun-i esasi gerçek anlamda bir meşruti yönetim kuramamıştır. Fakat baskın tek elden yönetilen bir iktidar düşünce sisteminden çıkışı kolaylaştırmıştır. Bu nedenle iktidarın mutlak hâkimiyetinde olan Heyet-i Mebusan’ın seçimle meydana getirilmiş ilk Osmanlıya ait meclisin olması bakımından son derece önem arz etmektedir. Bu şekilde seçmenle, onun vekilleri arasında kurulan ilişki, milleti de bir siyasal varlık olarak anayasal sisteme katmıştır. Bu durumda padişahta siyasal sistemin mutlak ve tek egemeni olmaktan çıkmıştır. Ayrıca adı konulmasa dahi millet artık padişahın mutlak egemenlik hakkına rakip olmak üzere ortaya çıkmıştır. Halkın fiili olarak bu düzende bir etkisi bulunmamış ise de Tanzimat ile kıyasladığımız zaman ikna edilemeyecek durumda olan padişahın varlığı ve bunun dışında aydınların etkisinin oldukça fazla olması yukarı bir hareket neticesinde gerçekleştiği söylenebilir. Tanzimat temel alındığında bu mevcut durumun tam tersi bir olayı ifade etmektedir. Meşrutiyet düzenini farklı bir açıdan inceleyecek olursak batı idaresinden farklı olarak mutlak idareyi sağlamak yerine hukuk kuralları çevresinde halka eziyet etmeden hareket edilmesi niyeti taşıdığı görülmektedir. 

Kurulan bu mevcut düzen sıfırdan inşa edilmek yerine hukuki açıdan iyi bir yönetim düzeni sağlamayı hedef almıştı. Meclis-i Mebusan’da görüşmeler devam ederken, Osmanlı - Rus Savaşı ’da Osmanlılar için felakete dönmüş, Rus kuvvetleri Ayastafenos’a (Yeşilköy) yaklaşmışlardı. Halk ve mebuslar padişaha direk olarak düşüncelerini ifade etmeseler de mevcut karışıklıktan onu sorumlu tutmaktaydılar. Lakin niyetler dile getirilmese de Abdülhamid karışık siyasi düzenin gayet farkındaydı. Mevcut düzeni düzeltmek amacıyla yani savaşa devam mı edilecekti yoksa bir barışma mı yapılmalıydı. Bu konuda karar vermek amacıyla Yıldız’da olağanüstü bir meclis toplandı. Mecliste birçok tartışma ve salon terk etmeleri görüldü. Lakin II. Abdulhamid Kanun-ı Esasi’nin kendisine tanıdığı yetkiye dayanarak meclisi süresiz fes etti. Padişahın meclisi bu denli tatil etmesindeki ana etken tabi ki tartışmalar yahut meclisi terk eden mebuslar olmamıştır. Bunlar sadece dış etkenler idi. Ana etkenleri iki kola ayırabiliriz. İç sebeplerin başında gelen unsur halkın bu mevcut düzene gerçekten hazır olup olamadığı idi. Tarihsel yönetim süreci temel alındığında halk hep tek bir yöneticinin idaresi altında olduğu görülmektedir. I. Meşrutiyet dönemine böyle bir psikoloji içerisinde bulunuyordu. Diğer bir neden ise sarayda mevcut olan adama kayırma idi. Torpil gibi unsurlar halkı zorlayan nedenler arasındaydı. Kolaylıkla mevkiler arası geçisin mevcut olması da bir diğer etken olarak ifade edilebilir. Meşrutiyeti desteklemeyen bu yönetim kadrosu birçok kesimi rahatsız etmesi olası bir ihtimaldir. İç sebepler bir yana bu düzenin aksi halde işlemesindeki diğer bir etken ise Avrupa gibi büyük güce sahip devletlerin meşrutiyetin ilanından rahatsız olmalarıdır. Çünkü ıslahat yahut azınlıkları bahane ederek Osmanlı’nın birçok siyasi sosyal konuları üzerinde hâkimiyet kurmaya çalışıyorlardı. Bu zaman diliminde karşılarında güç olarak bulunan sadece iki unsur vardı; Padişah ve Sadrazam. İkisi üzerinde hâkimiyet tesis etmek onlar için daha kolay bir durum idi. Lakin şimdi karşılaştıkları konum itibarıyla halkın temsilcisi olan bir parlamento vardı. Meşrutiyetin bu ana sebepleri hâkimiyetlerini zorlaştırır hale getirmişti. Meclis-i Mebusan’ın kapatılmasına Batılı devletlerden herhangi bir tepki gelmemesi açıkladığımız özellikleri destekler niteliktedir. II. Abdülhamid, meşrutiyet yöntemini sonlandırırken ona engel olacak herhangi bir güç bulunmamaktaydı. Aydın hareketi olarak girişilen Osmanlıların grubu dağılmış, Kanuni Esasinin temellerini oluşturan Midhat Paşa sürgüne gönderilmişti. Ordu temel alındığında zaten yıpranmış bir haldeydi. Sonlandırılan meşrutiyete sahip çıkacak konumda değildi. II. Abdülhamid bu sebeple meşrutiyet yöntemine kolaylıkla son vermiştir.

                                                              


SONUÇ



Hükümdarın yetkilerinin anayasa ve halkoyuyla seçilen meclis tarafından kısıtlandığı yönetim biçimidir. Arapça şart kökünden türemiş olan meşrutiyet 19. asırdan itibaren Osmanlı Devleti'nde meclisli saltanat-hilafet anlamında kullanılmıştır. Daha genel ifadesiyle; meşrutiyet, bir hükümdarın başkanlığı altında parlamento yönetimine dayanan yönetim biçimidir Yakınçağ Türk tarihi açısından önemli bir dönüm noktası olan II. Meşrutiyet, daha önceki yenileşme ve modernleşme çabalarının devamı olarak algılanmalıdır. Padişah’ın Tanzimat Fermanı gibi yasal düzenlemelere aykırı olarak faaliyetlerde bulunması ülke içinde yeşeren farklı düşünürleri tetikledi. Avrupa’da eğitimlerini tamamlamış olan Genç Osmanlılardan birkaçı ilk defa siyasi bir teşkilat haline gelerek bu tutum karşısında mücadele etmelerine sebebiyet vermiştir. Bu bağlamda açılan meşrutiyet ve hürriyet bayrağı birçok insanı etkilemiştir. 1860’larda Paris ve Londra’da; anayasa, parlamento gibi kavramları seslendiren Genç Osmanlılara rastlanıyordu. Bu bağlamda ortaya çıkarılan Jön Türk dergisi bu idealiler çerçevesinde şekillenmişti. Abdülhamit siyasal bir hareketle 23 Aralık 1876’da Kanuni Esasi’yi ilan etti. Böylelikle I. Meşrutiyet dönemi fiili olarak başlamış oldu. Kanuni esasi padişahın yetkilerini sınırlandırıyor gibi görünse de istediği gibi sadrazamları atayı meclisi fes etme yetkisine sahip bulunmaktadır. Osmanlı İmparatorluğunda ilk defa yeni kavram ve kurumların vücut bulmaya başladığı görülmektedir. İç ve dış birçok sebeple birlikte I. Meşrutiyet dönemi 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’ndaki yenilgi bahane gösterilerek Meclisi Mebusan’ın kapanmasıyla 1878 tarihinde son bulmuştur.



 

      KAYNAKÇA


BOLAT, Mahmut, “ I. Meşrutiyet’ten I. Dünya Savaşı’na Osmanlı Devleti Dış Politikası’nın Genel Bir Değerlendirilmesi”, Ahi Evran Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, C.1, S.1, 2014, ss.18-22.

BUCAKTEPE, Adil Bucaktepe “Birinci ve İkinci Meşrutiyet Anayasalarında Öngörülen Devlet Modeli Hakkında Bir Değerlendirme”, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, C.1, S.42, 2014, ss.46-50.

BERKES, Niyazi, (2005). Türkiye’de çağdaşlaşma. (7. bs.). İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. ss.312.

BİRECİKLİ, İhsan Burak, “ Yüzüncü Yılında II. Meşrutiyet’in İlanı Üzerine Bir İnceleme”,

Gazi Akademik Bakış Dergisi, C.1, S.3,2008, ss. 212-213

Gökhan Çetinsaya, “II. Abdülhamid’in İç Politikası: Bir Dönemlendirme Denemesi”,

Osmanlı Araştırmaları Dergisi, C.47, S.47, 2016, ss.370-375.

ÇALEN, Mehmet Kaan,“1909 Kanun-i Esasi Tadilatı”, Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, C.2, S.4, 2012, ss.135-138.

KIZILTAN, Yılmaz, “ Meşrutiyet’in İlanı ve İlk Osmanlı Meclis-i Mebusan”, Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi, C.26, S.1, 2006, ss.250-255.

KILIÇ, Selda, “1876 Meclis- Mebusanı ve Seçim Hazırlıkları”, OTAM Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırmaları Dergisi, C.30, S.30, ss.28-31.

OĞUZ, Ahmet, “Birinci Meşrutiyet Meclisi’nin Kapatılmasının Sonuçları Üzerine”, Sosyal Bilimler Dergisi, C.1, S.3, 2016, ss.49-55.

UZUN, Hakan, “Türk Demokrasi Tarihinde I. Meşrutiyet Dönemi”, Gazi Üniversitesi Kırşehir Eğitim Fakültesi, C.6, S.2, 2005, ss.150-158.

SEYİTDANLIOĞLU, Mehmet, Tanzimat Devrinde Meclis-i Vala (1838 - 1868), TTK, Ankara 1999, ss. 35 – 55

TOPRAK, Seydi Vakkas, “ İlk Osmanlı Seçimleri Ve Parlamentosu”, Sosyoloji Dergisi, C.3, S.26, 2013, ss.172-175.

TÜRKKAN, Hakan , “Osmanlı Devleti’nde Demokratikleşme Kanun-ı Esasi’nin Demokratik Hüviyeti”, Uluslararası Tarih Araştırmaları Dergisi, C.3, S.2, 2018, ss.366-368.

YEDEK, Şahin, “Meclis-i Mebusunda Mamuretülaziz Mebusları ve Faaliyetleri”, Munzur Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, C.5, S.10, ss.6-8.


resim : https://www.turktarihim.com/1_mesrutiyet_donemi.html




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İZLE BUTONUNA TIKLA ABONE OL ! Yazılarınızı E-posta Adresimize Gönderebilirsiniz.