Translate

18 Temmuz 2021 Pazar

Kitap Tanıtımı/ Bookreview

 

                       

François Georgeon, Sultan Abdülhamid, İletişim Yayınları, İstanbul 2012,ISBN-13.978-975-05-1078-6


                                               Öznur YAVUZ

François Georgeon, Osmanlı Devleti ve çağdaş Türkiye konusunda uzmanlaşmış bir Fransız tarihçisidir.1942 yılında Fransa’da doğmuştur. Fransa’da Ulusal Araştırma Merkezi’nde “Türk ve Osmanlı Araştırmaları” bölümünün başındadır. Ali Berktay tarafından çevrilmiştir. Eser, II. Abdülhamid’in biyografisini ele alırken aynı zamanda dönemin Osmanlı İmparatorluğunun siyasi, idari, ekonomik ve sosyal durumunu da incelemiştir. Kitap dört kısım, on dokuz alt bölümden oluşmaktadır. Sunuş bölümünde yazar, Sultan Abdülhamid’i 19.yüzyıl “İmparatorluklar Çağı” içinde, yaşadığı dönemin şartlarına göre yorumlamıştır. Dönemin hadiselerini ve Osmanlı Karşıtı güçleri, bölgenin jeopolitik özelliği de göz ardı edilmeden bir kronoloji içerisinde açıklanmıştır. “İlk Söz” başlığı altında Birinci bölümde, Sultan’ın dünyaya gelişi, bir imparatorluğun yeniden doğuşu, II. Abdülhamid’in gençlik yılları ile bu dönemde Osmanlı Devleti’nde yaşanan değişim ve gelişmeler anlatılmıştır. “Doğu Krizinde Abdülhamid” başlıklı birinci kısımda, II. Abdülhamid’in şehzadelikten sultanlığa geçiş süreci ile Sultan Abdülhamid iktidarının ilk icraatları ve imparatorluğun karşılaştığı sorunlar ele alınmıştır. İkinci kısım,” Abdülhamid İmparatorluğu” adı altında incelenmiştir. Sultan ve Yıldız Saray ilişkisi, mutlakiyetçi rejim, vilayetlerin önemi ve hilafet siyasetlerinin anlatıldığı bölümleri içermektedir. “Bir Krizden Diğerine” başlığı altındaki üçüncü kısımda ise Abdülhamid Han’ın iç ve dış politikaları, imparatorluk coğrafyasının doğusunda ortaya çıkan krizler ile ıslahat çalışmaları anlatılmıştır. Dördüncü kısım, “Doruk Noktası ve Düşüş” başlığında olup, Sultan’ın tebaası ile olan ilişkisi, saltanatın zirveye ulaştığı dönem, emperyalizm ve milliyetçi akımlara karşı çalışmalar, Jön Türk faaliyetleri, Sultan’ın devrilmesini ve ölümünü anlatan bölümleri kapsamaktadır. Eser, Sultan Abdülhamid dönemi Osmanlı imparatorluğu haritası, Yıldız Sarayı krokisi ve II. Mahmud’dan başlayarak, son Osmanlı hanedan mensuplarının isimlerinin bulunduğu soyağacı tablosu ile sona erer.

Yazar, II. Abdülhamid’in “ Tanzimat Çocuğu ve Doğu Sorunu Çocuğu” olarak niteler. Zira Sultan’ın çocukluk ve gençlik yılları, Tanzimat Fermanı’ndan sonraki değişim ve dönüşümlerle birlikte büyük devletlerin Osmanlı coğrafyasında neden oldukları sorunlar dönemine denk gelmektedir. Tanzimat dönemi olarak adlandırılan bu devirde gerçekleşen siyasi ve idari değişimler, klasik Osmanlı idari anlayışının terkedildiği dönemdir. II. Mahmud ile başlayan modern devlete dönüşme çabaları, II. Abdülhamid’in idaresinin karakterini oluşturan hazırlayıcı nedenlerdi. Nitekim Sultan Hamid’in gençliği de bu dönemde şekillenir. Yazar, burada Sultan’ın portresini resmederken, kendisini yönetime hazırlayan ve büyük ölçüde onu etkileyen çevresel koşulları, olayları ve onun üzerinde etki bırakan kişileri anlatmaktadır. Böylece yazar, padişahın ruh halinin ve karakterinin oluşumuna dair okuyucunun zihninde bir fikir oluşturur. Eserde verildiği üzere, Abdülhamid şehzadelik döneminde sade ve mütevazı bir yaşam sürmüştü. Şahsi arazileri üzerinde faaliyetlerde bulunarak ticaretle uğraşmış, yabancı borsalara yatırımlar yapmıştı. Bütün bunlar, şehzadenin gelecekte nasıl bir hükümdar olacağına dair öngörüde bulunma imkânı vermektedir. François Georgeon, II. Abdülhamid’in karakterini ve devleti yönetme anlayışını Mithat Paşa örneği üzerinden somutlaştırır. Nitekim Sultan, Paşa’nın hazırlattığı ve kendisine sunduğu Kanun-i Esasi’nin (Anayasa) bazı kritik maddelerini, Tersane Konferansı (1876) kararlarının açıklanacağı tarihe kadar onaylamayarak, bir takım siyasi manevralarla kendi mutlak hâkimiyetine aykırı olmayacak şekle sokup, geleneksel bir hatt-ı hümayun haline getirir. Bu durum, Sultan’ın güçlü ve bağımsız bir iktidar oluşturma çabası olarak değerlendirilebilir. Eserde, II. Abdülhamid’in Mithat Paşa’ya V. Murad’ın sağlığına kavuşması halinde tahttan feragat edeceğini yazılı bir taahhütle bildirdiği bilgisi verilir. Bu durumun yazarca Sultan’ın karakterinden yola çıkılarak eserde cevaplandırılması, okuyucuya psikolojik tahlil yapma ve yorumlayabilme merakı vermektedir. Sultan Abdülhamid, 93 Harbi’ni merkezden yani Yıldız Sarayı’ndan telgraflarla yönetmiş ve savaş, Osmanlı’nın mağlubiyetiyle neticelenmişti.

Georgeon, II. Abdülhamid’in Avrupa kamuoyunu Osmanlı lehine harekete geçirmek için yabancı basını gerektiği zaman propaganda aracı olarak kullandığını ve bunun Osmanlı tarihinde bir ilk olduğu bilgisini verirken, Sultan’ın fotoğrafı ve fotoğrafçılığı diplomasi ve propaganda amaçlı nasıl kullandığını örnekleriyle somutlaştırır. Yazarın verdiği bu bilgiyle okuyucu, II. Abdülhamid’in nasıl faydacı bir zekâya ve ileri görüşlü bakış açısına sahip olduğu kanaatine varır. Osmanlı Devleti, bu savaşta büyük toprak ve nüfus kaybına uğramıştı. Nitekim Balkan topraklarının önemli bir bölümü elden çıkmış, Ruslar İstanbul önlerine kadar gelmişti. Sultan, böylesine olağanüstü bir konjonktürde aldığı kararla 13 Aralık 1878’de meclisi dağıttı. Böylece Osmanlı’da yeni başlayan Meşrutî rejim sona erdi. Yazar, Abdülhamid’in bu kritik kararını, Meşruti sistemden hoşlanmayan Rusların isteğiyle mi almıştı, yoksa Sultan şartlar gereği buna mecbur mu kalmıştı, gibi sorularla, olaylar üzerinden güçlü tahminler yürütüp, okuyucuyu düşündürmekte ve başka araştırmaların kapısını aralamaktadır. Georgeon, okuyucunun zihninde canlandırabileceği en başarılı sahneyi sunduğu anlatımlardan birinde, Berlin Kongresi’ndeki uluslararası diplomasinin dilini ustaca tasvir eder ve bunu diplomatik yalnızlaştırma, ötekileştirme ve beden dili üzerinden anlatır. Örneğin, Bismark’ın Osmanlı temsilcilerine yönelik küçümseyici tavrı okuyucunun zihninde apaçık bir şekilde canlanır.

Georgeon, Osmanlı ekonomisinin neredeyse tamamen Büyük Güçlerce yönetilmesi anlamına gelen Muharrem Kararnamesi’ni ve Duyun-ı Umumiye İdaresi’nin kurulmasını da, imparatorluğun yaşamaya devam ettiğine ve Sultan’ın hükümranlığının sürdüğüne delil olarak sunar. Yıldız Sarayı, Sultan Abdülhamid idaresinin ve Osmanlının merkezi olma özelliğini 93 Harbi sonrasında kazanır. Yazar, Abdülhamid’in Yıldız Sarayını ikametgâh olarak seçme nedenlerini, sarayın bölümlerini, mimari yapısını değerlendirdikten sonra, Sultanın sarayı sosyal ve siyasi bir mekân olarak nasıl tasarladığını örneklerle sunar. Ayrıca müellif, Sultan Abdülhamid’in, üst düzey devlet adamlarını ve yönetimle birebir ilişkide kalması gerekenleri Yıldız’a yakın semtlere yerleştirerek, İstanbul’un sosyal dokusunun ve topografyasının değişimine ne şekilde etken olduğunu anlatır. Yazar, II. Abdülhamid’in hilafeti ve ittihad-ı İslâm ideolojisini çok iyi bir şekilde kullandığını belirtir. Bu bağlamda, Sultan’ın, imparatorluk dâhilinde dini iktidarını güçlendirmenin bir yolu olarak kullanırken; Hilafeti de, devletin toprak kayıplarına karşı, Batılı devletlere verdiği ideolojik bir cevap olarak değerlendirir. Georgeon, Sultan’ın hükümdarlığı sırasında faziletli, adil, sade ve cömert hükümdar imajı çizerek halifeye yakışır bir rol üstlendiğini savunur. Sultan’ın Hicaz’ın idaresi için şerif ve validen oluşan iki başlı sistemi onaylamasını, onun realist yönünü; hacılar için imaretler yapıp, su ikmal sistemini yenilemesi ve muhtaçlara sadaka vermesi gibi faaliyetlerini ise onun idealleri için yaptığı icraatlarını gösterir. Yazar, Osmanlı’nın hilafet siyasetinin Batı’da Panislamizm korkusuna neden olduğunu belirtir, ama bunu Batı’nın bir paranoyası olarak değerlendirir. Nitekim bunu yazar, hilafeti Hristiyan dünyaya karşı bir güç gösterisi olarak kullanma stratejisini “Hristiyan dünya ile eşitler arası diyalog kurmanın yolu” olarak yorumlar. Osmanlı coğrafyasındaki Ermeni tedhiş faaliyetleri 1890’larda başlamıştı. Bu bağlamda, Abdülhamid Han’ın isyanları bastırmak için askeri güç kullanması ise Avrupa kamuoyunda büyük tepki çekmişti. Georgeon, bu konuda “Abdülhamid Ermenilere karşı asla önyargı beslememiştir” değerlendirmesini yapar ve Sultanın üst düzey yönetime getirdiği ve yakınında bulundurduğu Ermenileri örnek gösterir. Osmanlı coğrafyasında çıkan olaylarda binlerce Ermeni ve Müslümanın ölmesine ise Batılı devletlerin reform dayatmalarının neden olduğunu belirtir.

Yazar, 1896’da toplanan I. Yahudi Kongresi’nin organizatörü Theodor Herzl’in 1901’de Sultan’ın huzuruna çıkarak, Osmanlı borçlarının ödenmesi karşılığında, Filistin’den toprak talebinin reddini de okuyucuya aktarır. Ayrıca Sultan, Filistin topraklarındaki Yahudi yerleşimini önlemek amacıyla Hazine-i Hassa ile bölgedeki geniş toprakların mülkiyetini almıştı. Bunun yanı sıra, Filistin topraklarında Yahudilere toprak satışını da yasaklamıştı. Yazar, Sultan’ın söz konusu tasarruflarından sonra Batı dünyasında “Kızıl Sultan” olarak nitelendirildiğine de dikkat çeker. 1897 Yunan Teselya Zaferi’ni yazar, Abdülhamid’in içerideki ve dışarıdaki güç gösterisi olarak yorumlar. Galibiyetin ardından Alman İmparatoru II. Wilhelm’in İstanbul ziyaretini de “Abdülhamid’in Avrupa’nın en güçlü devlet reisi ile iki eşit ilişkisi” olarak değerlendirir. II. Abdülhamid Yıldız Sarayı’ndan hiç çıkmadan, imparatorluğun kalkınması için her alanda kalkınma hamleleri gerçekleştirmiş ve tüm bölgelerde imar faaliyetleri ile halka yönelik hayır işleri yapmıştı. Sultan’ın her yerde kendini hissettirerek, tebaasının mutluluğuna çalışan bir hükümdar imajı çizdiği bu tablo için yazar, “müthiş bir mizansen” yorumunda bulunur. Makedonya’da başlayan Jön Türk isyanı 3. Ordu’da kuvvetlenir. II. Abdülhamid bu isyanı bastıramaz. 23 Temmuz 1908’de Meşrutiyet ilan edilir. 31 Mart Ayaklanması ’nın ardından Selanik’te bulunan Hareket Ordusu’nun İstanbul’a gelerek duruma el koyması ile Abdülhamid Han hal edilir. Meclisin aldığı hal kararını Sultan’a bildirmek için görevlendirilen dört kişiden birinin Ermeni Katolik, diğerinin Selanikli bir Yahudi, bir diğerinin ise Arnavut kökenli olması, yazar tarafından manidar bulunur.

Sonuç olarak, Sultan Abdülhamid, Türk tarihinde en çok tartışılan tarihi şahsiyetlerden biridir. Onu, ifrat ve tefrit noktasında tabulaştırıp yüceltenler ile takip ettiği, uyguladığı politikalardan dolayı kendisini itibarsızlaştıran kesimler bulunmaktadır. Bu bağlamda Sultan Abdülhamid’in yabancı bir akademisyen tarafından oldukça objektif bir şekilde değerlendirilmiş olması eseri kıymetli kılan en önemli özelliktir. Kitapta, II. Abdülhamid dönemi güç unsurlarının eleştirilmelerine imkân veren yansız bir anlatım hâkim olurken, okuyucunun döneme ait farklı araştırmalar yapmasına da yol vermektedir. Ayrıca, Georgeon ’un “Abdülhamid’in yaptıkları, hem II. Mahmud ’un devamıydı, hem de Mustafa Kemal Atatürk’ün habercisiydi” yorumu, dikkate şayandır. Netice itibariyle, son dönem Osmanlı tarihi ile günümüz Türkiye’sini ve Osmanlı bakiyesi coğrafyaları daha iyi anlayabilmek için François Georgeon ‘un Sultan Abdülhamid adlı eseri ilgililer, dönemi çalışanlar ve tarih sevenler tarafından muhakkak okunması gereken bir kitaptır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İZLE BUTONUNA TIKLA ABONE OL ! Yazılarınızı E-posta Adresimize Gönderebilirsiniz.