Translate

17 Temmuz 2021 Cumartesi

                            Demokrat Parti Dönemi’nde 6-7 Eylül 1955 Hadisesi



 Emine Naz GÖZÜKAN* 

 Öz: Cumhuriyet Tarihinde ayrı bir öneme sahip olan 6-7 1955 hadiseleri olarak adlandırılan faaliyetler İstanbul, İzmir ve Ankara başta olmak üzere birden fazla şehirlerde azınlık halkın evlerine, iş yerlerine karşı yapılan saldırı hareketleridir. O tarihte yaşanan olaylar hiçbir zaman unutulmamışır ve adı geçen o hadiseler Yunanlıların Kıbrıs adasını elde etme politikalarının bir yansımasıdır. Kıbrıs adasını elde etmek için adada bulunan Türk halkına zulüm gösteren Yunanlılar başta olmak üzere olayları halka aksettiren Rum ve Türk basınında etkisi büyük olup olayların İstanbul bölgesine sıçramasına vesile olunmuştur. 6 Eylül akşamüzeri İstanbul Ekspres gazetesinin Mustafa Kemal Atatürk’ün Selanikte doğduğu ev bombalandı haberini yazması üzerine İstanbul da önce azınlık nüfusun konakladığı ve iş yerlerinin bulunduğu yerler yağmalanmış ardından da olaylar kontrolden çıkmıştı. Demokrat Parti döneminde gerçekleşen olay kısa sürede bastırılsa da etkisi hala unutulmamıştır.

 Anahtar Kelimeler: Türkiye Cumhuriyeti, Kıbrıs, Demokrat Parti, 6-7 Eylül Olayları, EOKA 

                           During the Democratic Party Period 6-7 September 1955 Event 

Abstract: The activities named 6-7 events of 1955, which have a special importance in the history of the Republic, are attacks on the homes and workplaces of minorities in more than one city, especially in Istanbul, Izmir and Ankara. The events that took place at that time were never forgotten, and these events are a reflection of the Greek Cypriots' policies to capture the island of Cyprus. The Greek and Turkish press reflecting the events, especially the Greeks who persecuted the Turkish people in the island to win the island, had a great influence and the events spread to the Istanbul region. On the evening of September 6, when the Istanbul Ekspres newspaper reported that the house where Mustafa Kemal Atatürk was born in Thessaloniki was bombed, the places where the minority population and workplaces were looted were first plundered, and then the events got out of control. . Although the incident during the Democratic Party period was suppressed in a short time, its effect is still not forgotten. 

Keywords: Republic of Turkey, Cyprus, Democratic Party, Events of September 6-7, EOKA 

                                                                    GİRİŞ 

    1950’li yılların başına gelindiğinde Yunanistan hükümeti Akdeniz’de İngiltere topraklarına hakim olan Kıbrıs adasını istemekteydi. Kıbrıs adasında Rumlar ve Türkler yaşamaktaydı ama yönetimi İngiltere de idi. Yunanistan hükümeti ada yönetiminde İngilizlerin hakimiyetini istememekteydi. Bu yolla Kıbrıs halkının kendi kendini yönetmesi hususunda self determinasyon kavramını ortaya atarak Birleşmiş Milletlere başvurmuş ve onlardan red cevabını almıştı. Birleşmiş Milletlerden Kıbrıs konusunda red cevabını alan Yunan hükümeti emellerine ulaşmanın diplomatik yolla olmadığını anlayınca farklı yollara başvurarak EOKA adını verdikleri birlikleri kurarak bölgede yaşayan Türklere ve İngilizlere tehdit göstermeye başladılar. Amaçları adada yaşayan Kıbrıs Rumlarının bağımsızlığını alarak İngiltere sömürgesinden kurtulmak ve bölgede yaşayan Türklerden kurtulup adada tek hakim olmaktı. Bu durumda Kıbrısta bulunan Rumların bağımsızlık hareketlerine katılması İngiliz hükümetini oldukça rahatsız etmişti. İngiltere hükümeti ise Türkiye’ye bildire yaparak Yunanlıların Kıbrıs adasında Türklere zulüm gösterdiğini Türkiyenin de bu konuda sessiz kalmaması gerektiğini hatta ellerinde de İstanbul Rumları bulunduğunu bildirdi ve daha sonra Londra da konferans düzenleyerek Yunanistan Kıbrıs ve Türkiye’yi çağırdı. Kıbrısta başlayan bağımsızlık hareketleri zamanla kanlı hale dönüşmüş ve yankıları İstanbul’da hissedilmişti. 

                                    6/7 Eylül 1955 Olaylarının Aslı Nedir? 

  6/7 Eylül 1955 Olayı  Türkiye Cumhuriyetinin Demokrat Partinin liderliğinde yaşadığı bir olaydır. Aslında 1950’li yıllarda İstanbul’dan 900 kilometre uzaklıkta bulunan Kıbrıs adasında yaşanan olayların bir neticesidir. Kıbrısta başlayan Rumların bağımsızlık yolunda yaptığı Türklere yönelik yaptığı tahrip edici faaliyetler zamanla kanlı hale dönüşmüş İstanbul da azınlık ahalinin tepki görmesine neden olmuştur. Kıbrıs sorunu Türk hükümetleri tarafından yıllarca gündeme getirilmezken ya da yetkililerce böyle bir sorunun bulunmadığı ortaya konulurken; Yunanistan’ın Kıbrıs halkının kendi geleceğini belirlemesi ilkesini kabul ettirme çabaları ile 1950’li yıllarda Kıbrıs’ta başlayan EOKA terörü ve Enosis söylemleriyle birlikte kendine gündemde çok önemli bir yer bulmuştur. Kıbrıs adasının İngiltere sömürgesi altında bulunması uzun zamandır adanın kendilerinin olmasını arzulayan Yunanlılar için hoş bir durum değildi ve ayrıca adada da Türk milleti de yaşamaktaydı. Yunan hükümeti Kıbrıs adasının Yunanlılaştırılması yanlısıydı ve bu doğrultuda da Kıbrıs halkının İngiliz sömürüsü altından çıkabilmesi adına self determinizm olgusunu öne sürerek ada halkının kendi kaderini kendilerinin belilrlemesi fikri ile bu konuyu 1954 yılında Birleşmiş Milletlere taşıdı. Birleşmiş Milletler ise Yunanistan hükümeti’nin bu konu hakkındaki bütün başvurularını iptal etmişti. Yunanistan hükümeti ise Kıbrıs sorununun diplomatik yollarla hallolmayacağını anlayıp adada bir takım kanlı olayların başlamasına neden oldular. Kıbrıs konusunda da Enosis kavramından destek aldılar. Megola İdea hedefi çerçevesinde Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhak edilmesini ifade eden Enosis, ilk Megola İdea haritasının çizildiği günden beri gündemde olan bir konudur. Daha önce belirtildiği gibi Enosis bağlamında Yunanistan Birinci dünya savaşının bitiminden itibaren Kıbrıs’ı istemeye başlamış ancak Türk Kurtuluş savaşı ile bu istekleri kursaklarında kalmıştır. Devamında 1929 yılında Kıbrıslı Rum Temsilciler Londra’ya İngiliz yönetimi altında bulunan Kıbrıs’ın Yunanistanla birleşmesi isteklerini bildirmişler, talepleri kabul edilmeyince 1931 yılında ayaklanmışlar ve bu ayaklanmalar sırasında Ada’daki İngiliz Sömürge Valisi’nin konağı da aralarında olmak üzere bir çok resmi binayı ateşe vermişlerdir. Bu durum, Rumların faaliyetlerinin gün geldiğinde terör eylemleri ile desteklenebileceğinin işareti olarak algılanabilir. Aslında olaylarda en büyük rolü oynayan Kıbrıs kilisesi, adanın Yunanistana bağlanması için gizliden ve açıktan her zaman Enosis propagandası yapmış, taraf toplamış ve geniş kapsamlı bir isyan için hazırlanmıştır. Enosis idealini gerçekleştirmek için Kıbrıs’ta 1821 yılından itibaren birçok kez Türk halkına saldırılar düzenlenmiş ve Enosis önünde bir engel olarak gördükleri Türk halkını ortadan kaldırmak için 1895’de, 1912’de, Türk halkına saldırılar ve katliamlar uygulanmıştır.

                                     Ada’da EOKA Örgütü Faaliyetleri 

         Kıbrıs Adası’nda Yunanlılar önderliğinde 1950’li yılların başında kurulan EOKA örgütü ise gittikçe yaptıkları baskılara devam etmekte idi. Kıbrıslı Rumların İngiliz egemenliğine son vermek için kurulan örgüt zamanla İngilizlerin yanında aynı adada yaşadıkları Kıbrıs Türklerini de hedef almış faaliyetlere girişmişlerdi. Aslında, EOKA’nın kurulması konusunda ilk gizli görüşmeler 1952’de Atina’da yapılmış ardından 1953’te Grivas’ın da katıldığı bir toplantıda son hazırlıklar yapılarak silahlı mücadele kararı alınmıştır. Bu faaliyetler bu şekilde ilerlerken Yunan genel kurmayı tarafından adaya silah sevkiyatı başlatılmıştır. Bu bağlamda gelişen teşkilatlanma hareketleri Yunan Dışişleri Bakanı Stefanapulos’un da onayı alındıktan sonra 27 Mart 1955’te Grivas’a emir verilmesi ile eyleme dönüşmüştür. Bu emri alan Grivas tedhişe başlama saatini 1 Nisan 00:30 olarak belirlemiş ve atılan bombalarla tedhiş başlatılmıştır. Bombalama, ateşe verme, pusu kurma ve gizlice arkadan adam öldürme hareketleri sonucu oluşan zarar çok büyük olmuş, 1955 yılı sonuna kadar geçen 9 ay içinde 30 kişi öldürülmüş, 291 kişi yaralanmış, 1260 bina hasara uğratılmıştır. EOKA önceleri İngilizlere karşı eyleme geçtiği izlenimi yarattıysa da esas hedefin Kıbrıslı Türkler olduğu ortaya çıkmıştır. 21 Haziran 1955’den itibaren açıkça Kıbrıs’lı Türklere karşı saldırılar başlamış ve yüzlerce Türk EOKA kurşunlarına hedef olmuştur. Kuruldukları zamanlarda uygulama ilkeleri olan toprak alım satımını yasaklama, alış-veriş yapmama ve hatta aynı otobüste seyahat etmeme kurallarını Kıbrıs Türkleri içinde uygulamışlardı. Eoka örgütünün genel amacı adayı ilk önce başta bulunan İngiltere’yi ardından da Türk halkını adadan çıkartarak Kıbrıs’ı Yunanistan’a katmaktı. Faaliyetlerini gösterdiği zamanlarda sadece İngilizleri ve Türkleri değil kendilerine karşı çıkmış olan soydaşları Rumları da katletmişlerdir. 30’a yakın Türk köyünü yakarak o köylerde ikamet eden insanların göç etmelerine neden olmuşlardır.          

                            Kıbrıs’ta Artan Rum Baskısına Karşılık Kurulan Türk Güçleri 

        Kıbrıs adası Yunanlılar tarafından topraklarına katılmak isteniyordu ve Yunan hükümeti Kıbrıs’ı elde etmek adına hem diplomatik hem de bölgede karışıklığa kadar her yolu denemektelerdi. 1954 yılında başvurdukları Birleşmiş Milletlerden ret cevabını almalarının ardından İngilizlere karşı bağımsızlık hareketlerine başlamış onun ardından da diğer ada halkı olan Türkler üzerine gitmişlerdi. Bu bağlamda da yine Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlama hususu ile 1950’li yılların başında kurulmuş olan EOKA örgütü kullanılmıştı. EOKA örgütü adada İngilizler ile başlayarak Türkler ve ardından Rumlara kadar ulaşan kanlı bir çatışamaya neden oldu. EOKA örgütü zamanla baskılarını gittikçe artırıyor ve bu durumda ada halkı olan Kıbrıs Türklerinin artık sınırını zorlamaya başlamıştı. Bu çerçevede bir gençlik teşkilatı olarak Türkiye Milli Talebe Federasyonu 24 Temmuz 1954’te yaptığı toplantıda bir Kıbrıs Komitesi kurmuş ve sorunu gündemde tutmak için mitingler örgütlemeye başlamıştır. Bunların içinden ortaya çıkan en önemli oluşum ise 29 Ağustos 1955’te kurulan “Kıbrıs Türktür Komitesi”dir. Bu komitenin ardından bütün Türkiye’de aynı isimle daha birçok komite kurulmuştur. Bu komitelerin ortak amacı ise Kıbrıs Sorununun Türk Hükümeti tarafından ulusal bir dava olarak ele alınmasını sağlamak, Türk kamuoyunu harekete geçirmek, tüm dünyaya Kıbrıs’ta ayrı bir Türk halkı bulunduğunu, bu halkın EOKA’nın6 ideali olan Enosis’e7 karşı çıktığını ve Kıbrıs’ın geleceği üzerinde söz sahibi olduğunu göstermek olmuştur.8 Olaylar öncesinde Rumlar tarafından Kıbrıs’taki Türklere karşı girişilen maddi ve manevi saldırılar, Türk toplumunun gözlerini ister istemez Türkiye’de yaşayan Rumların üzerine çevirmiştir. Yunanistan’da kalan Türkler çok parlak bir yaşantıya sahip olmamalarına karşın, İstanbul Rumları büyük oranda refah içerisinde hayatlarını devam ettirmişlerdir. Yüz bin civarında bir sayıya sahip olan Rumlar ticaret sayesinde zenginleşmişlerdir. Bununla beraber Rumların yoğun olarak yaşadığı yerler İstanbul’un en gözde semtleridir.9 Özellikle 1954’ten itibaren Yunanistan, Kıbrıs’ı uluslararası gündeme taşıyarak Kıbrıs’a sahip olmanın yollarını aramaya başlar. BM’de alınan karar doğrultusunda Yunanistan’ın Kıbrıs halkına selfdeterminasyon hakkının verilmesi teklifi, adadaki huzur ve bölgedeki barışı tehlikeye düşüreceğinden gündem dışı bırakılması kararlaştırılır. BM’de alınan bu karar Rumları ve Yunan gençleri hiç memnun etmemiştir. Rumlar Kıbrıs’taki İngiliz yönetimine ve Türk azınlığa karşı terör hareketi başlatarak, adaya tek başına hakim olma mücadelesini hukuk dışı yollardan sürdürmüşlerdir. Bu durum doğal olarak Türk Hükümetinin ve Türk milletinin tepkisini çeker. Kıbrıs’ta akan kana ve giderek artan  teröre çözüm bulamayan İngiltere, Kıbrıs’taki Rumlardan iyice bunalmıştır. Bunun üzerine İngiltere Türkiye’nin de katılacağı bir konferansta, Yunanistan ile birlikte sorunu diplomatik yollarla çözmek için harekete geçmiştir.10 Demokrat Parti döneminde azınlıkların durumuna bakacak olursak, çok partili demokrasi döneminin başlaması gayrimüslimler için de bir dönüm noktası olmuştur. Bu dönemde ayrımcılığa rastlanmaması tüm azınlıklar arasında şaşkınlıkla beraber sevinçle karşılanmıştır. Demokrat Parti dolayısıyla İstanbul’dan TBMM’ye gönderdikleri milletvekili de kendileri için bir güven ve gurur kaynağı olmuştur. 1950 – 1955 yılları arasında Rumlar ve Yunanlılar Türkiye’deki geleceklerine umutla bakmaya başlamışlardır. O dönemde ilişkiler o kadar iyi boyutlara ulaşmıştır ki 6/7 Eylül’de meydana gelen olayların yaşanmasına ihtimal dahi verilmesi imkânsız görülmüştür.11 Kıbrıs Meselesi ise 1950’lerin ilk yıllarındaki Türk-Yunan yakınlaşmasının sonunu getirmiştir.

                                                      Londra Konferansı 

    Yunanistan hükümeti daha önceki dönemlerdeki politikalarında uygulamış olduğu Enosis politikalarını 1950’li yıllarda da Kıbrıs adasında uygulamışlardı. Yunanlıların kendi topraklarında bağımsızlık hareketi için yaptıkları isyan hareketleri İngilizlerin hoşuna gitmemiş ve onları önlem almaya mecbur kılmıştı. Kıbrıs Adası’nda tırmanan olayların her geçen gün giderek içinden çıkılmaz bir hal almaya başlaması üzerine İngiliz hükümeti 29 Ağustos 1955 tarihinde Londra’da Lancester House’ta bir konferans düzenlemeyi planlamıştır. Adanın geleceğinin konuşulması düşünülen konferansa İngiltere ve Yunanistan’ın yanında taraf olarak Türkiye de davet edilmiştir (Gökçal ve Baboğlu). Zaten Truman Doktirini çerçevesinde A.B.D.’den yardım almış olan Yunanistan ve Türkiye Doktirini’nin 24. Maddesi gereği adaya silahlı müdahale şansından yoksundur (Baytal, 2007). Bundan dolayı sorunun diplomatik yollar çözülmesi gerekmektedir.5 Konferansın yapılacağı tarih yaklaşınca Türkiye’nin Kıbrıs politikası daha çok belirginleşerek tavizsiz bir hale gelmiştir. Bununla birlikte Başbakan Menderes’in 24 Ağustos günü Liman lokantasında gazetecilere yaptığı konuşmada13 Yunanistan aleyhinde sert ifadeler kullanması, ülkedeki milli heyecanın tehlikeli boyutlara varmasına yol açmıştır. Londra Konferansı’nda Türk delegesi Dış İşleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, Kıbrıs Adası’nın hukuki, siyasi, ekonomik, askeri ve sosyolojik bakımdan Türkiye ile ortak paydaları olduğunu başarılı bir şekilde ortaya koymuştur. İngiltere için Kıbrıs konusunda Yunanistan’ın elini zayıflatmak, Türkiye’nin konferanstaki başarısına bağlıydı. Türk heyetiyle bu doğrultuda yapılan siyasi temaslarla bir bakıma İngiltere, Yunanistan’ın Kıbrıs’ı bağımsızlaştırma politikalarına karşı Türkiye’yi kullanmıştır.15 Dış işleri Bakanı Zorlu, yapmış olduğu ön görüşmeler sonucunda edindiği izlenimleri, 28 Ağustos günü Başbakan Menderes’e yolladığı telgrafta açıklamıştır.16 6/7 Eylül tarihlerinde yaşanmış olan hadiseleri ısmarlayan bir belge olduğu üzerinde yoğun tartışmalar yaşanan bu telgrafta Zorlu şu ifadeleri kullanmıştır17: ‘’…Bu sabahki müzakerelerimiz gayet nazikâne cereyan etmekle beraber gayet kat’i ifadeler altında geçti ve bizim haklarımızı savunmamız hususunda cesaretimizi kıracak bir eda takınmadılar. Fakat ifadelerimizle haklarımızda musır davranacağımıza kendilerini teyakkun ettirdiğimizi zannediyorsak da bu safhada çok çalışılması icap ettiğini sanlamaktayız. Bu sebeple gerek biz, gerek gazetecilerimiz bu yolda gayret sarf ediyoruz. Tarafı devletlerinden bu husustaki ilgililere verilecek emirlerin pek faideli olacağını saygılarımla arz ederim.‟‟18 Dış İşleri Bakanı Zorlu’ya göre Ada’da statüko korunmalıydı. İngiltere’nin egemenlik haklarını devretmesi halinde Ada, asıl sahibi olan Türkiye’ye bırakılmalıydı. Çünkü coğrafi, stratejik ve ekonomik olarak da Kıbrıs, Anadolu‟nun bir parçası durumundaydı. Dış İşleri Bakanı Zorlu, ayrıca bir savaş durumunda Türkiye’nin güneyindeki limanların oldukça büyük bir önem arz ettiğini ifade ederek Kıbrıs Adası’na sahip olan bir devletin Türkiye’nin bu limanlarına da kolaylıkla müdahale edebileceği endişesini de dile getirmiştir. Ancak görüşmelerin tıkanmaya doğru gittiği günlerde, İngiltere’nin de Ada’daki askeri varlığının korunması durumunda Kıbrıs’a muhtariyet verilebileceğini belirtmesi üzerine Zorlu, konferanstaki konuşmasında tedhişçiliğin durdurulduğu, din adamlarının siyasete karışmasının önlendiği, Türklere ve Rumlara eşit siyasi temsil hakkı tanındığı ve Ada mukadderatının Rum çoğunluğun kararıyla tayin talebinden vazgeçildiği takdirde, muhtar bir idare kurulmasını Türkiye’nin kabul edebileceğini belirtmiştir. Konferansın son gününde Yunanistan Dış İşleri Bakanı Stefanopulos’un; „„Bu şartlarda kalkıp gideriz.‟‟ demesi üzerine hava büsbütün gerginleşmiştir. Olayların patlak verdiği 6 Eylülde de konferans sonuçsuz bir şekilde dağılmıştır. Dış İşleri Bakanı Zorlu’nun Londra Konferansı’nda büyük çabalarla elde ettiği sağlam konumu böylelikle yitirilmiştir.6 Taraflar Londra’daki konferanstan sonuçsuz ayrılmıştı ve bu durumda ortamı daha da germekte idi. Görüşmelerin devam ettiği dönem içerisinde son konuşmayı 1 Eylül 1955 günü Dışişleri Bakanı Zorlu yapar ve Kıbrıs adasının Türkiye’nin savunması ve güvenliği açısından son derece önemli olduğunu, İngiltere’nin adadan ayrılması durumunda bu durumun çok daha önem arz edeceğini ve askerî, siyasi, coğrafî, kültürel pek çok bakımdan Kıbrıs’ın Türkiye’nin bir parçası olduğunu belirtir. Bunun hemen akabinde 3 Eylül 1955 tarihinde gazetecilere bir demeç veren Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, toplantının başarısızlıkla sonuçlanmadığını belirtir: “...Konferans muvaffak olmuştur. Çünkü burada her üç taraf da fikirlerini açıklamak imkânını bulmuştur. Türkiye kendisine has samimiyetle bu mesele hakkındaki görüşünü en ufak teferruata kadar büyük bir vuzuhla açıklamış ve bundan sonra muhalif hareketler karşısında aksülamellerini büyük bir samimiyet ve açık kalplilikle ortaya koymuştur... Bir konferansın muvaffak olabilmesi için onun bir uzlaşmaya gitmiş olması şart değildir. Çünkü bu konferansta İngiltere ve Türkiye gibi iki hak sahibiyle Yunanistan gibi haksız taleple ortaya çıkan bir memleket vardır. Kıbrıs meselesinde Yunanistan’a taviz vermek hiçbir vakit nazarı itibara alınamaz. Kıbrıs davasını dünya efkârına bir self-determinasyon meselesi gibi göstermeye çalışmak yersizdir. Kıbrıs davası her şeyden evvel beynelmilel akitlere sadakat veya âdemi sadakat, hür dünyanın emniyet ve muvazene davasıdır”. Türkiye’de durumla ilgili bir değerlendirme yapan hükümet de bu yönde görüş bildirir ve Kıbrıs konusunda Türklere yönelik katliam yapılacağı şeklinde endişeleri olduğunu belirterek bir çözüme ulaşılamaması halinde adanın tekrar Türkiye’ye iade edilmesini ister. Bu arada Makarios yaptığı bir açıklamayla Kıbrıs konusunda yeni bir plan üzerinde çalıştığını ve bundan sonra pasif bir siyaset takip edileceğini belirtir: “...Bundan böyle şiddet politikasına son vereceğim ve bunun yerine pasif bir politika takip edeceğim. İlk olarak vergi vermeyeceğiz, mallarımız satışa çıkarılacak, kimse hükümet tarafından satışa çıkarılan mallarımızı satın almaya cesaret edemeyecek. Bir müddet sonra da öğretmenler okullara devam etmeyecekler, talebeler özel surette yetiştirilecek. Daha sonra da yüksek kademedeki memurlar istifa edecek, küçük memurlar umumi greve gidecekler ve polisler de vazifelerinden istifa edecekler... EOKA halk tarafından tutulmaktadır. Halkın arzuları hilafına benim EOKA’yı takbih etmem hiç de doğru değildir.” Londra Konferansı’nın devam ettiği günlerde Londra’da beş bin Türk’ün yaptığı miting Türk halkı tarafından büyük bir memnuniyetle takip edilmiş, bilhassa mitingi Londra’da bulunan “Kıbrıs Türktür Cemiyeti’’nin bir şubesinin tertip etmiş olması Türkiye’de “Kıbrıs Türktür Cemiyeti’’ne karşı olan alakayı bir misli daha kuvvetlendirmiştir. 2 Eylül 1955’te ara verilen Londra Konferansı’na 6 Eylül’de tekrar devam edilmiştir. 8 Eylül günü bir sonuç bildirisi yayımlayarak sona erecek olan Londra Konferansı, bu bildiriyi yayımlayamadan ve hiçbir karar alınamadan 7 Eylül’de dağılmıştır. Zaten açmaza giren konferansın başarısız bir biçimde dağılmasının asıl sebebi o sırada Türkiye’de yaşanan 6-7 Eylül Olayları olmuştur.

                                                      İstanbul’da Olayların Başlaması 

Tarihe 6-7 Eylül Olayları olarak geçen hadiseler, Atatürk’ün Selanik’te doğduğu evin bombalandığı haberleri üzerine çıkan ve Rum ve diğer gayri müslim vatandaşlarımızı hedef alan olaylardır. Özellikle Rum nüfusun yoğun olduğu İstanbul ve İzmir’de meydana gelen olaylarda; Rum vatandaşlarımıza ait işyerleri yağma edilmiştir, kiliseler tahrip edilmiştir.9 Olaylarin hazirliklari birkaç gün evvelden basladi. Insanlar, Eskisehir' den trenlerle, Istanbul'un disindan kamyonlarla Istanbul'a tasindi. Yagmacilarin ellerindeki sopalar bile ayni boyut ve sekildeydi. Hepsi ayni tomadan ÇikmiS gibi bir görünüme sahipti. RumIarin adresleri önceden tespit edildi ve olay baslamadan evvel her sokagin basinda Kibris Türktür Cemiyetinin bir görevlisi beklemekteydi. Olaylar yirmi ile otuz kisiden olusan organize olmus öncü birliklerin yönlendirmesi ile gerçeklestirildi. Bunlar aralarinda "kiskirticilar, önderler, tahripçiler" olarak sinif1andinlmisti. Görevliler isaret beklemekteydi. isaret gazetenin ikinci baskisini yaparak Selanik'teki asilsiz olayi duyurmakti25. Kiskirticilar Türk bayraklari yaninda Atatürk ve Bayar resimleri tasiyarak, halki Kibris sorununu kullanarak tahrik ediyor ve gayrimüslim antipatisini körüklüyorlardi26. 10 Rumların yanı sıra diğer azınlık grupların da evleriyle iş yerlerinin tahrip edildiği, mezarlık ve kiliselerinin yağmalandığı olaylar, İzmir’e de sıçramıştır. Bunun üzerine İstanbul, İzmir ve Ankara’da sıkıyönetim ilan edilmiş, ordu birlikleri devreye girmiş ve sukûnet sağlanmıştır.11 Hadiselerin İstanbul’a sıçraması ise Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün Selanikte doğduğu evin bombalandığı haberine yer veren İstanbul’da akşamüzerleri yayın yapan İstanbul Ekspres gazetesi olmuştur.19 Bomba haberi halka şu şekilde duyurulmuştur: “Selanik’te Aziz Atatürk’ün doğduğu ev ile Türk Konsolosluğu binası arasındaki bahçede saat gece yarısını dört geçe bir bomba patlamış ve bu infilak neticesinde Aziz Atatürk’ün doğduğu evin pencereleriyle Konsoloshanenin camları hasara uğramıştır. İnfilak esnasında insanca zayiat olmamıştır. Yunan polisi tahkikata başlamış ve daha sıkı emniyet tedbirleri alınmıştır. 5 şüpheli şahsın tevkif edildiği bildirilmektedir. Yunan hükümeti meydana gelen hasarı ödeyeceğini söylemiştir. Yunan İçişleri Bakanı basına verdiği beyanatta “Bu işi hakiki bir Yunan’ın yaptığını zannetmiyorum”demiştir.20 İstanbul Ekspres Gazetesi’nin saat 16.00’da haberi büyük puntolarla ve detaylandırarak: “Atamızın Evi Bomba ile Hasara Uğradı” manşetini atması siyasi tarihimize 6-7 Eylül 1955 olayları olarak geçen hareketin kıvılcımı olmuştur.21 İstanbul Ekspres Gazetesi o gün yaklaşık 300 bin adet bastırılarak İstanbul sokaklarında dağıtılmıştır. Bomba haberinin duyurulduğu günün akşamüzeri, çeşitli öğrenci birliklerinin ve Kıbrıs Türktür Derneği’nin çağrısı doğrultusunda, Taksim Meydanı’nda bir protesto mitingi düzenlenmiştir. Yapılan bu mitingin ardından olaylar yavaş yavaş boyut kazanmaya başlamış ve bazı gruplar İstiklal Caddesi’nde bulunan Gayrimüslimlere ait işyerlerinin camlarını taşlamaya girişmişlerdir. Olaylar yirmi ile otuz kişiden oluşan organize olmuş öncü birliklerin yönlendirmesiyle gerçekleştirilmiştir. 22 İnsanlar ellerinde bayraklar ve Atatürk posterleriyle “Kıbrıs Türktür Türk kalacaktır” temposu tutmaya başlamışlardır. Kısa sürede Taksim civarındaki Gayrimüslimlerin ikamet ve iş çevresi olarak bilinen Beyoğlu, Kurtuluş, Şişli, Nişantaşı gibi bölgeler, çeşitli araç gereçlerle donatılmış olarak gelen ve işyerlerini, evleri, okulları, kiliseleri ve mezarlıkları tahrip eden insan yığınlarının akınına uğramıştır. Aynı şekilde İstanbul’un Eminönü, Fatih, Eyüp, Bakırköy, Yeşilköy, Ortaköy, Moda, Kadıköy, Kuzguncuk, Çengelköy gibi semtlerinde ve Adalar’da şiddet olayları meydana gelmiştir.23 Taksim’de başlayan gösteriler hızlı bir şekilde İstanbul’un her yerine yayılmıştır. Bazı kişiler Gayrimüslim komşularını ihbar ederek gruplara; Ermeni, Rum ve Yahudi komşularının evlerini göstermişlerdir. Herhangi bir yönlendirmenin olmadığı yerlerde ise saldırganlar öncelikli olarak isimleri Türkçe olmayan dükkanlara yönelmişlerdir. Müslüman halk ise ev ve işyerlerine Türk bayrakları asarak, tüm ışıkları yakarak kendi mülklerini korumaya çalışmış ancak istisnaide olsa bazen hedef olmuşlardır. Olayların nasıl organize edildiğine Rum asıllı öğretmen Emilia Pandelere şu açıklamayı yapmıştı: Ceviz Sokağı’ndaki evimizdeyiz. Yemek yiyorduk. Bağrışmalar, sesler geldi… Valimiz Fahrettin Kerim Gökyay, “Halkımızı itidale davet ediyorum diyordu” Sesler daha da yükseldi. “Ya Taksim ya ölüm”… Kalabalık üç şekilde geliyordu. Birileri bağırıyordu, kalabalığı yönlendiriyordu. İkinci grup kırıyordu. Bunu nereden bildiğime gelince bizim pencereden çarşı görülüyordu. Üçüncü grup ise, gelip gasp ediyordu (Koçoğlu, 2008: 112). Yaşananlar basında şöyle çıkmıştı; “İstanbul böyle çöktü” “ Varoşlar şehre indi”. “Eylemlerin ardından şehirde yaşayan yedi göbekten İstanbullu Rumlar ülkeyi terk ettiler. İstanbul’un eşsiz kültür mozaiği, 6/7 olayları ile birlikte yerle bir oldu. Şehir, şehirlikten çıktı. İstanbul taşralılaştı.” Ayrıca yapılan tahribatı sıralarken, “İstanbul’daki 74 Rum Ortodoks kilisesinin 70’inde yangın çıktı. Ortalıkta yangınları söndürecek ne itfaiye, ne kargaşayı önleyecek polis ve güvenlik güçleri görünmez oldu, talan edilen Bakire Meryem İkonaları, gümüş şamdanlar, buhurdanlıklar, haçlar, adak eşyaları, yağ kandilleri, parçalanan tasvirler, mozaikler, freskler tuz buz olup ortalığa saçıldı. Çılgınlık Adalara sıçradı. O arada kiliseden başka, 1 Havra, 8 Ayazma, 2 Manastır, 3584’ü Rumlara ait, toplam 5538 gayrimenkul yıkıldı, yağmalandı. Fatih Sultan Mehmet’le başlayıp 500 yıl süren “ Mala cana, ırza dokunma!” geleneği iki saat içinde yok edildi (Dosdoğru, 1993: 371). Yapılan araştırmalar 6-7 Eylül olaylarında tahrip edilen malların cins ve miktarı değişik miktar ve şekilde gösterilmiştir. Akın’ın araştırmasına göre “iki gün süren olaylarda 3 kişi öldü, 30 kişi yaralandı. 1 Havra, 8 ayazma, 2 Manastır ve 3884’ü Rumlara ait olmak üzere, 8538 taşınmaz mal harap ve yağma edilerek yakılıp yıkıldı. Yunan kaynaklarına göre 6-7 Eylül gecesi İstanbul’da zarar gören Rum ve Yunan dökümü ise şöyledir: “ 4340 atölye ve mağaza, 2000 konut, 110 lokanta, 33 kilise, 27 eczane, 21 fabrika, 12 otel, 11 klinik ve dispanser, 5 dernek binası, 3 gazete matbaası, 2 mezarlık” (Akın, 2006: 156) tahrip edilmişti. Olayları tertipleyicileri bir taraftan Rum ve diğer gayrimüslimlerin mabet ve namus gibi hassas konuları ajite edici beyanlarla kışkırtırken diğer taraftan Türk tarafının hassas olduğu konuları provoke edip ağırlıklı olarak tahripçi grubu kışkırtıyorlardı. Dış dünyaya karşı DP hükümetini zor durumda bırakmak için ölçü sınırlarını aşan eylem ve davranışlarla gayrimüslimlerin dükkân, imalathane ve evleri yağmalanıyordu. Tahrip edilmesi gereken ev, iş yeri, mabet, okul, atölye ve imalathanelerin önemli olanları önceden tespit edilmişti. Amaç dünya kamuoyunun dikkatlerini olaylara çekmek ve bir taraftan gayri Müslimlerin mağduriyetini sergileyip duyurmak, diğer taraftan Türk tarafını zora sokarak hükümeti acziyet içerisinde olduğunu ve olaylar karşısında yeterli tedbirlerin alınmadığı ile suçlamaktı.13 Selanik’teki Atatürk’ün doğduğu eve saldırı haberi İzmir’deki Gece Postası yerel gazetesinin 6 Eylül 1955 günkü baskısında “Madem Yunanlılar Türk Konsolosluğu'nu bombaladı, öyleyse onların bayrağı da artık Konak Meydanı'nda dalgalanmamalı” manşetiyle çıktı. Uluslararası bir fuar nedeniyle Konak Meydanı'na çekilmiş olan Yunan bayrağı o akşam bir saldırının hedefi oldu. Yunan bayrağı “Kıbrıs Türktür! Gâvurlara ölüm!” nidalarıyla bir grup tarafından indirilerek yakıldı. Alsancak’taki Yunan Konsolosluğu önünde protesto için toplanan başka bir grup 14 Konsolosluk mensuplarından Türk bayrağı çekmelerini istedi ancak bu istek yanıtsız kalınca saat 21.00'e doğru konsolosluk binasına hücum edildi. Mobilyalar parçalanarak ateşe verildi ve tüm bina yanıp kül oldu. Konsolosluk çalışanları ise arka kapıdan kaçabilmişlerdi. İzmir’de Alsancak, Bornova ve Buca semtlerinde Rumlara ait ev ve işyerleri saldırı ve yağmalamaların hedefindeydi. İzmir’deki on kilise ve üç sinagogdan sadece Alsancak’taki Ortodoks kilisesi yağmalanıp ateşe verilmişti. Olaylar sonucunda İzmir'de 14 ev, 6 işyeri, bir pansiyon, bir kilise, Yunan fuar pavyonu, Yunan Konsolosluğu binası ve İngiliz Kültür Enstitüsü binası saldırıya uğramıştır. Yedi kişi ağır, 50 kişi ise hafif şekilde yaralanmıştır (Güven, 2014: 39- 42). Ankara’daki olaylar ise burada yaşayan azınlık nüfusun az olması sebebiyle İstanbul ve İzmir’e kıyasla daha hafif şekilde geçmiştir. Olayların hafif geçmesinin diğer bir nedeni de Vali, Emniyet Müdürü, Garnizon ve Merkez Komutanlarının Devlet Bakanı Mükerrem Sarol tarafından bakanlığa çağrılıp gereken önlemleri almaları konusunda uyarılmış olmalarından kaynaklanmıştır (Aktaş, 2015: 79). Saat 01:00’den sonra 50 kadar genç Ulus Meydanı’nda “Kıbrıs Türktür, Kahrolsunlar, Öcümüzü Alacağız!..” bağrışmaları ile protestoya başladılar, güvenlik güçleri hemen bu grubu dağıttı. Daha sonra sayıları artarak Cebeci’deki Konservatuar ve Yunan Büyükelçiliği’nin önünde eylemlerini sürdürdüler. Sayısı 1.500 kadar olan göstericiden 479 kişi yakalanmış, 19 kişi tutuklanarak yargılanmıştır (Gökçal, 2006: 74). İstanbul, İzmir ve Ankara dışında bazı büyük illerde de olaylar meydana gelmiştir. Eskişehir’de 7 Eylül günü yaşanan olaylar yankı bulmuş, bir grup genç galeyana gelse de olaylar büyümeden bastırılmıştır. Köprübaşı’nda halk gazete kuyruğuna girdiğinden otobüs seferlerinde aksamalar meydana gelmiştir. Bursa’da olaylar üzüntüyle karşılanırken kentte bulunan 97 Rum vatandaş otellere yerleştirilerek emniyet altına alınmıştır. İlde yerel gazeteler kapışılırken, İstanbul gazeteleri izdiham yaşanmaması için polis gözetiminde satılmıştır. Adana’da olaylar infiale neden olmuştur. Gösteri yapılması için 15 Valilikten izin istenmiş, izin verilmemesine rağmen toplanan kalabalık Atatürk Parkı istikametine yürüyüşe geçmiştir. Ancak alınan emniyet tedbirleriyle olaylar büyümeden önlenmiştir (Ayaz, 2015: 89). 

                                                           Olaylar ve Demokrat Parti 

        6-7 Eylül 1955 günlerinde Türkiye topraklarında bazı illerde azınlık cemaate karşı gerçekleştirilen yağma, tahrip etme gibi hareketler 1950 senesinde seçim ile başa gelen Demokrat Parti döneminde gerçekleşmiştir. DP Hükümeti ve dönemin resmi kurumları, Gayrimüslimlere karşı, devlet eliyle başlatıldığı veya planlandığı iddia edilen bu olaylar karşısında üzüntülerini resmi yoldan dile getirmişlerdir. DP Hükümeti olaylarla ilgili komünistleri suçlamış, çok sayıda sol görüşlü kişi bu nedenle gözaltına alınmıştır. Provokasyon suçlamasıyla İstanbul ve İzmir’de 2214 kişi tutuklanmıştır. Bundan başka olaylarda sorumluluğu olduğu gerekçesiyle, ilgili bazı subaylara işten el çektirilerek haklarında soruşturma başlatılmış, sıkıyönetim ilan edilen Ankara, İstanbul ve İzmir’de gösteri ve yürüyüşler yasaklanmıştır. İçişleri Bakanı Dr. Namık Gedik’in istifası üzerine yerine Ethem Menderes atanmış, İstanbul Valisi hakkında soruşturma açılırken, Ankara ve İzmir valileri ile emniyet müdürleri hakkında hem soruşturma açılmış, hem de yerleri değiştirilmiştir25. Gerek hükümet gerekse dönemin basın organları, olayların bir komünist düzen olduğunu ve ne hükümetin ne de Türk halkının olanlarla bir ilgisi olmadığını sıklıkla dile getirmişlerdir26. İstanbul, İzmir ve Ankara’da kurulan sıkıyönetim mahkemelerinde çok sayıda kişi, çeşitli saldırılar, komünist propaganda ve hükümet karşıtı ayaklanma gibi suçlardan yargılanmışlardır. Buna karşılık olayların detaylarının yerli ve yabancı basında ayrıntılı olarak yer almaması için oldukça büyük bir gayret sarf edilmiştir27. Olaylar sırasında polis ve jandarmanın etkisiz kalması, hatta kimi durumda isyancılara yardım etmesi veya göz yummasına ilişkin tartışmalar, TBMM oturumlarına da yansımıştır. Olayların büyüklüğü, şiddetin yayılma hızı ve hemen her yerde aynı anda başlamış olması, daha önceden planlandığı izlenimi yaratmış ve bu görüş dönemin bazı yabancı gazeteci ve diplomatları tarafından da dile getirilmiştir. Menderes’in avukatı Burhan Apaydın’a göre ise, DP döneminde ekalliyetlere özgürlük ve haklar tanınmış olmasına rağmen, bu olaylar kasten çıkarılmıştır. Apaydın, Patrik Athenagoras’ın Yassıada yargı lamalarında, DP’nin böyle bir şey yapmasına imkân olmadığını söylediğini, buna mahkeme başkanı Salim Başol’un kızdığını, olaylar sonrası Türkiye’den ayrılan pek çok Gayrimüslimin, örneğin İstanbul Rumlarından Bay Niko’nun yeğeni olan ve halen Atina’da yaşayan İrene Hanım’ın, Türkiye’ye dönmek istediklerini de dile getirmiştir28. Bu olaylar, yazın alanında da eserlerin ortaya çıkmasına vesile olmuştur29. DP yetkililerinin Yassıada’da verdikleri ifadeler30 ve konuyla ilgili kaynaklar incelendiğinde görünen odur ki, olayların sorumluluğunun kime ait olduğu konusunda genel bir kabul oluşmamıştır. DP hükümetinin, yabancı devlet ve istihbarat servislerinin ve nihayet devlet içindeki bazı yapılanmaların bu işten sorumlu olduklarına dair farklı iddialar çalışmamız kapsamına girmediğinden burada yer almamıştır. Kimin sorumlu olduğundan çok, önemli olan bir gerçeklik şudur ki, Türkiye uluslararası platformda bir başka sürekli hatırlatılan ayıp ile yüz yüze gelmiştir. Çalışmamız açısından öne çıkan durum, 6/7 Eylül 1955’te yaşananlardan sonra, Türkiye’nin Gayrimüslimler için bir daha eskisi kadar güvenli olmadığı algısının ortaya çıkması ve sonrasında önemli sayıda azınlık mensubunun Türkiye’yi terk etmiş olmasıdır. Bundan başka uzunca bir süredir devam eden Türk-Yunan yakınlaşması ve dolayısıyla Türk-Yunan-Yugoslav iş birliği de sona ermiş, Türk-Yunan ilişkilerinde iki tarafın da uzun süre üstesinden gelemeyeceği sorunlar dönemi başlamıştır. Olaylardan sonra, her iki ülkenin kamuoyu da karşılıklı olarak bir restleşme 14 Ayşe Tuğba Kar, 6-7 EYLÜL OLAYLARI IŞIĞINDA TÜRK BASININDA YUNAN İMGESİ, İstanbul: İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Üniversitesi (Yüksek Lisans Tezi), İstanbul 2018, 13-14. içine girmiş, Fener Rum Patrikhanesi’nin varlığı sorgulanmaya başlanmış, Patrikhane karşıtlığı basında yine yer almaya başlamıştır31.15

                                        6-7 Eylül Faaliyetlerinin Basında Yer Alması 

    Cumhuriyet Tarihinin en unutulmaz anlarından biri olan bu olaylar silsilesi nitekim Türkiye topraklarında her kesimi etkilemiştir. Kıbrısta patlak vermiş olan bağımsızlık hareketlerinin kanlı hale dönüşmesi ve ardından Türkiye topraklarına yansıması‘’Selanikte Atamızın evi bombalandı’’ başlıklı haberi atan İstanbul Ekspres gazetesinin etkisi olduğu yüksek bir ihtimalle açıktır. Olayların Kıbrıs konusunda Rumlara bir gözdağı vermek ve TürkYunan görüşmelerinde Türk tarafının elini kuvvetlendirmek amacıyla, DP hükümetinin de en azından zamanında müdahale etmeyerek büyümesine yol açtığı değerlendirilebilir. Ancak bu olaylar saatler içinde yön değiştirmiş, çoğu alt gelir grubuna mensup olduğu düşünülen kalabalıkların varlıklı kesimin ev ve işyerlerine, bir diğer ifadeyle, varlıklı olmayanın olana saldırısı biçimine dönüşmüştür23.16 Bütün gazeteler 6/7 Eylül olaylarını manşetlerine taşımışlardır. Bu gazetelerden birisi de Yeni Adana gazetesidir. Olayları ilk günden itibaren nakleden gazete 6/7 Eylül olayları ile ilgili sık sık milli birlik çağrısı yapmış, Adana halkının galeyana gelmemesi için bilinçli hareket edilmesi düşüncesinde olmuştur. O yıllarda gazete kendisini “Gündelik, Siyasi, Milliyetçi, Sabah Gazetesi”40 olarak nitelendirmektir. 1958’lere gelindiğinde gazetenin isminin altında yazan ibarenin değişikliğe uğradığı görülmektedir. Gazetenin isminin altında yalnızca kurucunun adına (Ahmet Remzi Yüreğir) yer verilmiştir41. Yeni Adana gazetesi 6/7 Eylül olayları öncesinde Kıbrıs ile ilgili gelişmeleri, 4 Temmuz 1955 tarihinde “İngiltere nihayet anladı! Makarios bir kızıl ajandır!” başlıklı haberi ile duyurmuştur. Gazete, “Sunday Express” de yer alan makaleyi sütunlarına taşımıştır. Makale, Makarios’un faaliyetleriyle ilgilidir. “Kıbrıs adasının Yunanistan’a ilhakını isteyen mezkûr ada baş Metropolidi Makarios’un faaliyetlerini yakından takip eden İngiliz mukabil casusluk teşkilatı, baş Metropolid’in komünistler tarafından gizlice desteklendiği hakkında sağlam delillere malik bulunmaktadırlar. Komünistlerin gayesi Kıbrıs’taki İngiliz askeri üssünü icabında kullanılamaz hale getirmekten ibarettir.”42 Bütün ulusal gazetelerin yaptığı gibi yerel gazeteler de Kıbrıs meselesini her gün canlı tutmuşlardır. Londra Konferansı’ndan, mitinglere kadar Kıbrıs meselesinin her anını takip eden Yeni Adana gazetesi “Kıbrıstan Bir Kafile Geliyor” haberiyle, Kıbrıs’tan 24 kişilik Türk heyetinin özel uçaklarıyla Adana’ya geleceğini ve bu kafilenin Kıbrıs Türktür cemiyetinin Adana şubesi tarafından karşılanacağını duyurmuştur43. Gazete, “Kıbrıslı Türk gençler arasında” manşetli yazısında 24 Kıbrıslı Türk gencinin 42 günlük bir Anadolu seyahati sonucunda 7 Temmuz’daAdana’yageçecekleriniyazmıştır44.DönembasınıKıbrısolaylarında, Türk gençlerinin faaliyetlerine ve protestolarına sık sık yer vermiştir. Yeni Adana gazetesi 6/7 Eylül olaylarının başlangıcını şu haberle duyurmuştur: “Bugün Selanik’ten gelen haberler arasında Rumların Kıbrıs meselesi ile ilgili olarak, Selanik’te bulunan Atatürk evine bir bomba attıkları öğrenilince, esasen çok gergin olan durum, İstanbul içini bir anda karıştırmıştır. Bir gece evvel Patrikhanenin duvarına (Kıbrıs Türk’tür) bayrağı asacak kadar kabaran heyecan, bu havadisi ikinci baskı yapan akşam gazetelerinde yayınlanmasını müteakip büsbütün artmış ve alınan bütün emniyet tedbirlerine rağmen saat 19’dan itibaren Beyoğlu ve Şişli arasında yer yer gençlik kümeleri toplanmağa başlamıştır”.(Yeni Adana, 7 Eylül 1955, 1,6) 6/7 Eylül gecesinde İzmir ve İstanbul’da yaşananların Adana’ya yansıması ise halk üzerindeki endişe ve merakla olmuştur. Adanalılar sabahlara kadar uyumamış ve olanlara sebep olan Palikaryalara lanet okumuşlardır. Saat 24.00’ten sonra İstanbul ile telefon görüşmesi yapmanın imkanının kalmaması Adanalıları üzmüştür.”45 8 Eylül sabahı gazetede “Adana’da şehrimizde de bir nümayiş yapılmak istendi” haberi yer almıştır. “Selanik’teki tecavüz hadisesi Güney Anadolu şehirlerinde olduğu gibi, Adana’da da, derin bir infial uyandırmış ve bu menfur hareketi tel’in maksadıyla dün saat 15’te bir nümayiş yapılmak istenmiştir. Vilayet makamının uygun görmemesine rağmen, ellerinde bayraklar ve Atatürk’ün büyük boyda portreleriyle saat 15’te Sümerbank fabrikası önünde yürüyüşe geçen vatandaşlar zabıta kuvvetile dağıtılmıştır. Gençlerin arzularında ısrar etmeleri karşısında herhangi bir taşkınlığa meydan vermek  istemeyen polis yıldırım ekipleri cop kullanmak zorunda kalmış ve elebaşılar Emniyet Müdürlüğüne götürülmüştür. Haklarında İçtimaat-ı Umumiye Kanununa muhalif hareketten dolayı muamele yapılacak olan nümayişçi elebaşılar Atatürk abidesine çelenk ve saygı duruşu yapmak istediklerini, başka bir maksatları olmadığını beyan etmişlerdir. Lüzumsuz herhangi bir harekete mani olmak maksadiyle şehrimizdeki polis ve jandarma karakolları tam kadro halinde, günün her saatinde, vazife görmektedirler. Adanalılar vuku bulan hadiseleri büyük bir olgunluk ve soğukkanlılıkla karşılamışlardır. Radyoların yaptığı neşriyat merakla ve sükûnetle takip edilmektedir. Türkiye aleyhdarlığı ile tanınmış bazı Suriye gazetelerinin İstanbul ve İzmir hadiselerini hasmane emellerin tezahürü şeklinde göstermiş olması teessürle karşılanmıştır. ”46 Aynı tarihli haberin içinde günlük olarak çıkan 6 gazetenin toplumun azınlıklara karşı tavır takınması gerektiren herhangi bir ifade yer almadığı için sansür yemediği duyurulmuştur. “Selanik hadisesi ile alakalı olarak şehrimizde sabahları çıkan altı günlük gazete, dün erken saatte tetkik edilmiş ve satışlarında hiçbir mahsur olmadığı anlaşılmıştır. Şehrimiz gazetelerinin hiç birinin manşetinde İstanbul ve İzmir hadiselerini tahrik ve teşvik edici herhangi bir ibare görülmemiştir. Ancak Adana’ya öğle üzeri uçakla gelen Ulus ve Tercüman gazetelerinin yalnız dünkü nüshaları Ankara’da alıkonulmuştur. Böylece Adana’ya dün yalnız Zafer gazetesi gelmiştir.”47 6/7 Eylül olaylarının hangi süreçte olduğu ve bu sürecin Adana’yı ne şekilde etkilediği Yeni Adana basınında yer almıştır. Bu süreçte özellikle Kıbrıs Türktür Cemiyeti’nin rolü büyük olmuştur. Tüm Türkiye’de olduğu gibi bu cemiyetin Adana şubesi de kapatılmıştır. Haber gazetede, “Kıbrıs Türktür Cemiyetinin Adana Şubesi Kapatıldı. Cemiyetin evrakına el konuldu” lejandı ile yankı bulmuştur. “Kıbrıs Türktür Cemiyeti şubesi 1. Sulh Hukuk Hakimliğinin verdiği bir karar üzerine gece saat 1 sıralarında kapatılmış evrak ve vesikalarına el konulmuştur. Bu arada hadiseyi yerinde tetkike memur edilen muhabir arkadaşımız Emniyet Birinci Şube mensupları tarafından kovulmuştur. Kendileri gibi bir amme vazifesi görmekte olan gazetecilere bu şekilde muamele edilmesi teessüfe şayandır. Alakalı makamların ehemmiyetle nazarı dikkatini çekeriz.”48 Kıbrıs Türktür cemiyetinin Adana şubesi kapatıldıktan sonra idare heyeti nezaret altına alınmıştır. “Dün geceki nümayiş hadiselerile ilgili olarak bugün sabahleyin Kıbrıs Türk Kültür Cemiyeti İdare heyeti görülen lüzum üzerine nezaret altına alınmıştır. Diğer taraftan nümayiş hadiselerini merak eden okuyucuları tatmin maksadile bu gün gerek sabah, gerek akşam gazeteleri üçünü baskı yaparak saatte bir hadiselerin tafsilatını vermişlerdir.”49 Gazete tarafından “Nümayişler sırasında bir tek yağma hadisesi olmamıştır” manşetiyle İstanbul ve İzmir’de yaşanan yağma olaylarına değinilmiştir. “Nümayişler sırasında mıntıka olarak İstanbul’un bütün semtleri nümayişçiler tarafından dolaşılmış ve semtteki Rum vatandaşlara ait dükkanlar tahrip edilmiştir. Nümayişlerin en şayanı dikkat tarafı, yapılan bu tahrikler sırasında bir tek yağma hadiseleri olmamıştır. Dün gece sokaklarda 60 bin liraya yakın para, 90 bin lira değerinde mücevher ve 10 kamyon dolusu kumaş müsadere edilerek emniyete götürülmüş, nümayişler sırasında bayrak asmak istemeyen Rum vatandaşların birçoğu nümayişçiler tarafından linç edilmek üzereyken kurtarılmıştır…”50 6/7 Eylül gecesinden sonra İzmir, İstanbul ve Ankara’da örfi idare ilan edilmiştir. “6 Eylülde İzmir’de ve bilhassa İstanbul’da geç saatlere kadar devam eden nümayişler sebebiyle buralarda fevkalade halin mevcudiyeti ilan edilmiş ise de 7 Eylül 1955 tarihinde neşredilen hükümet beyannamesinde bu vaziyetin değiştiği bildirilmişti. Bu beyannamenin neşrinden sonraki hadiselerin amme huzur ve asayişini yeniden ihlal edecek bir istidat göstermesi muvacehesinde vaziyeti etrafiyle tetkik eden Vekiller Heyeti, memleketin yüksek menfaatlerini korumak için İstanbul, İzmir ve Ankara’da örfi idare ilanına müttefikan kara vermiştir.”51 Yeni Adana gazetesi 6/7 Eylül olaylarının Adana’da yankı bulmasının ardından, Adana’da azınlıklara karşı herhangi bir taşkınlığın yaşanmadığını duyurarak, yaratılmaya çalışılan saldırıların erkenden önlendiğini yazmıştır. “Adanalılar son hadiseleri soğukkanlılıkla karşıladılar. Nezaret altına alınan nümayişçiler serbest bırakıldı”…”Alakalı makamlarca herhangi bir hadiseye meydan verilmemek üzere her türlü tedbir alınmış olmasına rağmen Adanalılar tam bir olgunluk ve anlayış göstererek hadiseleri soğukkanlılıkla takip etmişlerdir. Diğer taraftan evvelki günkü nümayiş başlangıcı üzerine yakalanarak nezaret altına alınmış olan gençler52 de Savcılığa sevk edilmişlerdir. Bu gençler nöbetçi savcılıkça alınan ifadelerini müteakip serbest bırakılmışlardır.”53 6/7 Eylül olaylarının ardından Yeni Adana basınının “Milli Birlik İhtiyacı” isimli başmakalesinde tüm yurtta bütün partilerin işbirliği içerisinde yaraları sarmak için beraber olması gerekliliği yazmıştır. “Artık olan oldu. İstanbul ve İzmir’de acı kayıplara uğratıldık. Telafisi bir anda mümkün olmayan iktisadi sıkıntı ve güçlüklerle karşı karşıya bulunuyoruz. Askeri idare ve adli makamlar meselenin kendilerini alakadar eden hususları ile meşgul olurken, bunlardan çok daha ehemmiyetli olarak bir milli birlik cephesinin mevcudiyetine ihtiyacımız vardır… Tahmin ediyoruz ki; muhalefetleri bozguncu, sabotajcı gibi gülünç iddialarla suçlandırmaktan ziyade böyle bir yolla iktidarların da bekası sağlanmış olur. Hakikatleri gören iktidarlar, bu hakikatlere göre tedbir alan iktidarlar elbette uzun yıllar icraatlarını devam ettirirler. Hele son hadiseler vesilesi milli meselelerde beraberliği tek şart olarak beyan ve ilan eden Türk muhalefeti ile kurulacak bir birlik cephesi başka memleketlerde başka iktidarlara nasip olmayan büyük bir şanstır. Bu şanstan istifade etmek bugünkü iktidarın basiretine ve ileri görüşüne bağlıdır. Bu millet fedakârlıkta rakipsizdir. Bütün partiler mümessillerinin elbirliği ile açacağı tasarruf kampanyası dış yardımların sağlayacağı refahın yüz mislini hem de çok kısa zamanda bu memlekete getirecektir… Böyle bir teşebbüs için de en müsait hava bugünlerde esmektedir.”5417 

                                                                       Sonuç 

    Kıbrısta Yunanlıların İngiltere sömürüsünden kurtulup adanın kontrolünü alma istekleri doğrultusunda başlattığı bağımsızlık hareketi adı altında bölgede yaşayan Türklere saldırması, onları baskı altına alması ada halkı olan Kıbrıs Türklerini gerçekleşen baskı sonucu kendilerini Rumlara karşı koruma altına almaya itmişti. Bölgede gerçekleşen politikaların yavaş yavaş silahlı mücadelelere, kanlı olaylara dönüşmesi İngiltere hükümetini oldukça rahatsız etmişti. Zira İngiltere silahlı mücadele sonucunda adanın Yunanlılara veya Türklere gitmesini istemediği için iki ülke arasında kendi topraklarında Londra Konferansını gerçekleştirdi. Konferansın ilerleyen günlerinde tarafların karşılıklı gerilmesi üzerine konferans ara vermiş ilerleyen günlerde kararlaştırılmıştı ancak 5 Eylül 1955 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanı olan Mustafa Kemal Atatürk’ün Selanikte doğduğu ev ve evin yanında bulunan Türk konsolosluğuna karşı düzenlenen ses bombası atılması konferansın dağılmasına neden olduğu gibi iki gün sürecek olan 6-7 Eylül 1955 Türkiye topraklarında yaşayan azınlık cemaatlerinin uğradığı saldırılarında nedeni olmuştur. İstanbul da akşamüzeri yayın yapan İstanbul Ekspres gazetesi o akşam Selanikte olan olayları basmış ve olayların da fitiline neden olmuştur. İstanbul ve İstanbul’a civar şehirlerden gelen kamyonların sırtındaki gruplar ellerinde sopalarla azınlık cemaatin iş yerlerine, evlerine saldırılar düzenlemiş, önlerinde gördükleri arabaları devirip benzinle yakmışlardı. Azınlıklara yönelik başlayan yağma hareketleri ilerleyen saatlerde Türklere de yönelmiş ayrım yapılmaksızın saldırılar gerçekleşmiştir. Daha sonra sıkıyönetimin ilan edilmesi ile bastırılan olaylar Hürriyet başta olmak üzere Zafer, Adana gazetelerinde ses getirmişti. Olayların ardından hükümet azınlık cemaatin yaşadığı bu olayın etkilerini azaltmak için ellerinden geleni yapmış ve bütün masraflarını üstlenmiştir. Hükümetin bu tutumu da azınlıkların yaşadıkları yerleri terk etmemelerini sağlarken aynı zamanda seçimlerde onlardan destekte almışlardır. 

                                                        KAYNAKÇA 

• GÖKÇAL, Olgun, 6/7 Eylül Olaylari ve Türk Basini, Dokuz Eylül Üniversitesi, Atatürk Ilkeleri ve InklHip Tarihi Enstitüsü, (Yaymlanmamis Yüksek Lisans Tezi), Izmir 2006 

• GÜRCAN Gürhan, “6/7 Eylül Olayları”, Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara, 2006. • Karayuluk, Havva . "6/7 Eylül 1955 Olaylarının Neden ve Sonuç İlişkisi İçerisinde Değerlendirilmesi". Uluslararası İnsan Çalışmaları Dergisi 1 / 1 (Haziran 2018): 36-50

 • Ayaz, E . (2014). 6-7 EYLÜL OLAYLARININ TÜRK GAZETELERİNDEKİ YANSIMALARI . International Anatolia Academic Online Journal Social Sciences Journal , 2 (2) , 81-92 . 

• BABAOĞLU, Resul, “Türkiye Rum Cemaati ve 6/7 Eylül 1955 Olayları”, History Studies, Kasım 2012 

• Keser, Ulvi . "Kıbrıs Sorunu Bağlamında Türkiye’de 6/7 Eylül 1955 Olaylarına Kesitsel Bir Bakış". Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi 12 / 25 (Aralık 2012): 181-226 .

 • Sevim, Şerif. Türk Sesi Gazetesi (1954-1956). İstanbul: Marmara Üniversitesi, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2016 

• DEMİR, Şerif, “Adnan Menderes ve 6/7 Eylül Olayları” İstanbul Üniversitesi Yakın Dönem Türkiye Araştırmaları Dergisi, 6. Sayı, İstanbul, 2007 

• Ertan, Temuçin Faik. Başlangıçtan Günümüze Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, Ankara: Siyasal Kitabevi, 7. Baskı, 2019.

 • Taşkesen, Abdullah . "TOPLUMSAL HAREKETLİLİK BAĞLAMINDA 6-7 EYLÜL 1955 OLAYLARININ SOSYOLOJİK ANALİZİ". Bingöl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 7 / 14 (Kasım 2017): 9-26 . 

• Kar, Ayşe Tuğba. 6-7 EYLÜL OLAYLARI IŞIĞINDA TÜRK BASININDA YUNAN İMGESİ, İstanbul: İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Üniversitesi (Yüksek Lisans Tezi), İstanbul 2018.

 • Zorbay, Taner . "6/7 Eylül Olaylarına TBMM ve Kamuoyu Tartışmaları Çerçevesinde Yeni Bir Bakış". Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi 35 / 99 (Mayıs 2019): 253-296 . 

• Özçeli̇k, Şeyda . "6/7 Eylül 1955 Olaylarında Yerel Bir Basın Örneği: “Yeni Adana” Gazetesi". Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi 13 / 27 (Aralık 2013): 251-277 .

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İZLE BUTONUNA TIKLA ABONE OL ! Yazılarınızı E-posta Adresimize Gönderebilirsiniz.