Translate

27 Aralık 2020 Pazar

                                                              Kitap Tanıtımı/Book Rewiev

Fatih Ünal vd., Sibir Hanlığı Kronikleri I Yesipov Kroniği, (İstanbul: Ötüken Neşriyat, 2020), 89 s., ISBN: 978-605-155-896-7

                                                           Emine Naz GÖZÜKAN

                                  


     

       

Kitap bir Önsöz, Kısaltmalar, Giriş, Savva Yesipov ve Kroniği Hakkında, Yesipov Kroniğinin Kaynakları, Kroniğin Dini-İdeolojik Kurgusu, Çeviri Metin ve Notlandırma, Kaynaklar ve Dizinden oluşmaktadır. Kitabın önsözünde yazarlar Türklerin kadim yurtlarından biri olan Güneybatı Sibirya topraklarının Rusların hakimiyeti altına girdiği XVI. asrın sonlarına kadar Türk-Moğol ve Fin-Our kavimlere ev sahipliği yaptığını ve Sibir Hanlığı adı ile bilinen devletin temellerini Cengiz Han'ın attığını anlatmaktadır. Başkentlerinin İsker olarak da bilindiğini, yaklaşık üç asır hüküm sürdüklerini belirtmelerine rağmen hanlığın ilk dönemi hakkında verilen kaynak bilgilerin yetersiz seviyede olduğunu ve bu noktada da hanlık hakkında verilen bilgilere Rus kaynaklarından ulaşılmaktadır. Kitabın yazarları bahsi geçen bu Sibir kroniklerinin ne olduğunu, içeriğinde neler barındırdığını ve kim tarafından hangi tarihlerde yazıldığını bildirse de bu kroniklerin son derecede taraflı, ön yargılı bir tutumu vardır. Sibir Hanlığı'nın işgali çerçevesinde ele alınan bu çalışma kroniklerin Türkçe yayınlanması Türk Bilim çevrelerinde hanlık üzerine yapılacak araştırmalara da yeni bilgiler, yeni tartışmalar sunacaktır.

Kitabın Giriş kısmı (s.13-19) bölümüdür. Yazarlar giriş kısmında Sibir hanlığı'nın kurulmuş olduğu nehirler hakkında bilgi verilerek temellerini Cengiz Han'ın attığını belirtmiştir. Cengiz Han'ın yönetimi altında kurulan hanlığın zamanla yaşadığı iç çatışmalar neticesinde bölge değiştirerek İsker adını aldığını, Rusların 1550'li yıllarda Hazar kıyılarında buluna Kazan ve Astrahan hanlıklarını işgal etmesi üzerine komşu olmalarını, Şibanililerin Sibir Hanlığına yönelik baskının neticesinde Rusların metbuluğunu tanımasına neden olduğunu ve Küçüm Han'ın Sibir Hanlığını ele geçirmesi anlatılarak Küçüm Han'ın han ilan edilişinden çalışmaya konu olan Yermak'ın hanlığı ele geçirmesine kadar olan olaylara değinilir ve giriş kısmı bir noktada çalışmanın özeti mahiyetini almaktadır. Bunun yanında kroniğin müellifi olan Savva Yesipov'un hayatı hakkında bilgiler verilerek kroniğin içerdiği diğer yazmalara, daha sonra kimler tarafından neşredildiğine ve bazı Rus tarihçilerce kronikler içerisinde en eski olanı kabul edilirken bazıları tarafından da eleştirildiği kaydedildiği gibi kroniğin kaynaklarına değinilerek kroniğin Bizans dini üzerinden devam edildiğini ve Rusların kendilerini üçüncü Roma olarak kabul ettikleri bakış açısı görülmekte olup onların barbar olarak nitelendirdiği milletleri işgal ederken kullandıkları temel ideoloji din eksenlidir ki ele alınan kronikler Rus din adamlarının kaleme aldığı eserler olduğu gibi hanlığın işgal edilişine dair olan tek kaynaklar olması bakımından Türk bilim çevrelerinde önem arz etmektedirler.

Kitabın Çeviri Metin ve Notlandırma kısmı (s.33-82) bölümüdür. Yazarlar bu bölümde Sibir'in Rus birliğince ele geçirilme adı altındaki notlar otuz yedi alt başlık adı altında bölümlere ayrılarak incelenmesinin kolaylaştığını aktarmışlardır. Bunun dışında yazarlar Sibir Hanlığına ve sultanlarına ait olan bilgiler Tatar kroniklerinde bilgiler ile karşılaştırılarak çalışmaya dahil edildiğini aktarmışlardır.

1. Başlık (s.39-40) Sibir Ülkesi bölümüdür. Bu başlık altında çalışmaya konu olan Sibir'in coğrafi konumundan, bulunduğu bölgede yetişen ağaçlarından, bölgede bulunan hayvanların giyimde, süslenmede ve tüketilmesinde vahşi hayvanlardan yararlanıldığı anlatılmıştır. Nehirlerinin Rus topraklarına aktığından ve etrafının verimli arazilerle çevirili olmasından bahsedilerek bölgede bulunan Tura, Tobol, İrtiş ve Ob nehirlerinden bahsedilmiş ve o nehirlerde hangi kabilelerin yaşadığı, hangi dine inandıkları ve inançları olmayanlarında idollere taptıkları kaydedilmiştir. Bu başlığa dair verilen referanslarda yaşayan kabilelerin nerelerde yaşadığı daha detaylı ele alınmaktadır.

2. Başlık (s.40-46) Sibir Hükümdarları ve Sultanları bölümüdür. Bu başlık altında İşim nehri civarında yaşayan On Han'ın Çingis adında bir yağmacı tarafından yerinden edilip birkaç zaman sonra katliamından kurtulan On Han'ın oğlu Taybuga'ya prenslik verdiği kaydedilmiştir. Bu başlığa dair verilen referanslarda Taybuga'dan gelen sultanlar hakkında detaylı bilgiler verilip şehrin Sibir adını aldığı aktarılmıştır.

3. Başlık (s.46) Sibir Adının Kökeni bölümüdür. Bu başlık altında Kazan Hanı'nı ortadan kaldıran Muhammed Hanın'ın kendine yakışan bir şehir kurdurup o şehrin adını da Sibir olarak adlandırıldığı kaydedilmiştir. Bunun yanında Sibir adını alan bölgede Sibir adı dışında farklı adların da kullandığını ama o isimler hakkında bir bilgi mevcut olmadığı kaydedilmiştir.

4. Başlık (s.47) Diğer Sibir Sultanlarının İdaresi bölümüdür. Bu başlık altında Muhammed Han'dan sonra hanlığın başına gelen hanların adlarına değinilmiştir. Başlığa dair verilen referanslarda da adı bahis olunan sultanlar hakkında daha detaylı bilgiler kaydedilmiştir.

5. Başlık (s.47-49) Küçüm Han bölümüdür. Bu başlık altında birçok askeri ile Sibir topraklarına gelen Murtaza oğlu Küçüm Han'ın şehri ele geçirip kendisini Sibir hanı ilan ettiğini, putperest kabileleri kendine bağlayıp güçlenmeye çalıştığını belirtilmiş ve kibirinin sonucunda da Tanrı'nın onu cezalandırıp hanlığını elinden alıp Ortodoks Hıristiyanlarına verdiği anlatılmıştır. Başlığa dair verilen referansta Küçüm Han hakkında detaylıca bilgiler verilerek onun kimlerin soyuna mensup olduğu, yurdunun neresi olduğuna dair tarihçiler arasında tartışmalar olduğu aktarılır. Bunun dışında referansşarda dikkate değer olan husus ise tarihçi Nebolsin'in 21. başlık olan Sultan Muhammed Kul'un Moskova'ya Gönderilmesi adlı başlıkta Muhammed Kul'un Küçüm Han'ın oğlu olarak kaydedilirken 5. başlığın referansında Muhammed Kul'un yeğeni olarak kaydettiği ele alınmıştır.

6. Başlık (s.50-51) Küçüm Han'ın İnancı bölümüdür. Bu başlık altında Küçüm Han'ın Muhammed dinine inandığı aktarılmış olup verilen referansta melun tabirinin Hıristiyan Ortodoks dinine inanmayan ve özellikle de müslüman dinine inananlar için kullanıldığı kaydedilmiştir.

7. Başlık (s.51-53) Yermak ve Diğerlerinin Sibir'e Gelişi bölümüdür. Bu başlık altında Tanrı'nın cezalandırmak adına kafir Küçüm üzerine Ataman Yermak ve adamlarını gönderdiği kaydedilmiştir. Bu başlık altında Ataman ve adamlarının şan ve şöhreti bir yana bırakarak hak olan Hıristiyanlık dini adına kafirlere karşı gelip Rus Çarı İvan'a hizmet ettikleri aktarılmıştır. Başlığa dair verilen referanslarda Yermak adının diğer kroniklerdeki adlarına, Nebolsin'in Ortodokslarda böyle bir adın bulunmadığını kaydettiğine değinmişlerdir.

8. Başlık (s.53-55) Yermak ve Diğer Kozakların Sibire Gelişi bölümüdür. Bu başlık altında Ataman Yermak'ın Sibir şehrine gelirken hangi nehirlerden geçtiğine, yolculukları esnasında Tauzak adında bir Tatar'dan Küçüm Han hakkında bilgi aldıklarına değinilmiştir. Verilen referanslarda Tura bölgesinin Sibir topraklarının başlanıcı olduğu ve Muhammed Kul'un farklı yazmalardaki adına, diğer çocuklarının adlarına ve Muhammed Kul'un Çar Fedor önderliğinde gönderildiği İsveç seferine dair bulunan belgeler ışığında Ruslar tarafından verilen soyadına dair bilgiler kaydedilmiştir.

9. Başlık (s.55-56) Karaçi Ulusu bölümüdür. Bu başlık altında Küçüm Han'ın da müşaviri olan Karaçi ile olan mücadelesine değinip verilen dipnotunda Karaçi unvanının Altın Orda devletinde soylulara verildiğini, Nogaylarda önemli bir kavram olduğuna, farklı manalara geldiğini ve adı bahis olan Karaçi'nin Küçüm Han'ın akıl hocası olduğu kaydedilmiştir. Başlığa dair verilen referanslarda Karaçi unvanının diğer yazmalardaki isminin değiştiği ele alınmıştır.

10. Başlık (s.56-57) Kozakların Tedbir Önerileri ve Telkinleri bölümüdür. Bu başlık altnda Çuseyevo mevkinde karşı karşıya gelecek olan ordudan küçüm han'ın ordusunun sayıca üstün olmasına rağmen Tanrı'ya inanan Kozakların savaşmaktan korkmadığını ve putperestleri yenecekleri konusunda kendilerine duydukları güven kaydedilmiştir. Verilen referanslarda Kozakların hedeflerinde olan Atik Mirza şehri hakkında detaylıca bilgiler aktarılmıştır.

11. Başlık (s.57-58) Çuvaş Burnu Önündeki Savaş bölümüdür. Bu başlık altında Küçüm Han ile Ataman Yermak ve yoldaşları arasında yaşanan savaşın meydana geldiği ele alınmış olup putperest olarak nitelendirilen Sibir halkının silah olarak ok kullandığı ve Yermak ve yoldaşlarının ise ateşli silahlar kullandığı ele alınmıştır. Tanrının yardımı ile Ortodoksların kafir Sibirlileri yendiğini hatta Küçüm Han'ın oğlu Muhammed Kul'un yaralı bir şekilde kaçtığı anlatılmaktadır. Verilen referanslarda Sibir ordularının da silahları bulunduğunu, bu silahların Kazan Tatarları vasıtası ile alındığı belirtilmiş olup tarihçi Miller'in de bu silahların Kozaklara karşı kullanılmadığını ifade edilerek bu silahlar hakkında ulaşılabilecek bilgilerin Miller'in kaynakçasında olduğuna ışık tutulmuştur.

12. Başlık (s.58) Küçüm Han'ın Kaçışı bölümüdür. Bu başlık altında Kozaklara karşı aldığı yenilgi doğrultusunda Küçüm Han'ın üzüntü içinde Sibir şehrini terk ettiği belirtilmiştir. Küçüm Han'ın kaçışı hakkında daha detaylı bilginin verilen referansta olup referans bu konuda Remezov Kroniğini kaynak olarak gösterilmektedir.

13. Başlık (s.59) Ataman Yermak ve Beraberindekilerin Şehre Gelişi bölümüdür. Bu başlık altında Küçüm Han'ın Sibir şehrini terk etmesinin ardından Yermak ve adamlarının şehre girmeden önce lanetli olarak niteledikleri insanların saklandıklarını düşünmüş ama Tanrı'ya sığınarak korkusuzca şehre giriş yaptıkları ele alınmıştır.

14. Başlık (s.60) Tatar ve Ostyakların Sibir Şehrine Yermak ve Yoldaşlarının Yanına Gelişi bölümüdür. Bu başlık altında Sibir şehrini ele geçirip şehre gelen Ataman Yermak'ın etrafında toplanmaya başlayan Ostyak ve Tatar milletinden bahsedilir ve bunun yanında başlık ile alakalı verilen referanslarda Miller'in anlatımı ile Sibir Hanlığını ele geçiren yağmacı Yermak'ın bu noktadan sonra kendini yağmacıdan ziyade yeni bir han olarak gördüğü hatta elçiler kabul ettiği aktarılmış olup bu bilginin kaynağını da verilen referansta tarihçi Miller'in ifade ettiği kaydedilmiştir.

15. Başlık (s.60-61) Kozakların Tatarlar Tarafından Öldürülmesi bölümüdür. Bu başlık altında Küçüm Han'ın oğlu Muhammed Kul'un balık avlamak üzere nehir kenarına kamp kuran Kozaklara yaptığı katliam ele alınmış olup verilen referanslarda kamp kurulan nehrin adının kroniklerde farklı adlarla kaydedildiği ve yaşanan hadiselerin detaylı olarak Miller'in Opısanie Sibirskago Tsartsva eserinde ele alındığı aktarılmıştır.

16. Başlık (s.61-62) Çar'a, Moskova'ya Sounç Gönderilmesi bölümüdür. Bu başlık altında Sibir Hanlığı topraklarını ele geçiren Ataman Yermak ve adamları Moskovaya rapor yollayarak Çar İvan'a alınamaz gözü ile bakılan Sibir topraklarını aldığını ilettiği kaydedilmiştir. Raporda yazılanlar ele alınacak olur ise Küçüm Han'ın ve onun dini altında yaşamak zorunda olan Tatar, Vogul, Ostyak gibi kabilelerin dinlerini yaşamakta özgür oldukları belirtilip bunun yanıda da Çarlığa verilecek vergiden de bahsedilmiş olup başlığa dair verilen referansta başlıkta yer alan Sounç kelimesinin müjdeli haber anlamına geldiği açıklama olarak kaydedilmiştir. Bunun yanında Yesipov tarafından ele alınan kroniğin en dikkat çeken özelliği referansta ele alınmış olup müellifin Sibir Hanlığı üzerine fetih hareketi yapan Yermak ve yoldaşlarından özellikle bahsetmekten kaçınması dikkate değer bir durumdur. Zira bu durumda Yermak ve yoldaşlarının Çar İvan'ın topraklarına saldırdığı ve ondan kaçtıkları hadisesi yok gibi ele alınmış sayılmaktadır fakat Çar tarafından Yermak ve adamlarını affettiği yönde verilen ortaya çıkan ferman Yermak hakkındaki düşüncelerin değişmesine neden olmaktadır.

17. Başlık (s.62-63) Tatar Senbahta'nın Gelişi Ve Sultan Muhammed Kul'un Esir Alınması bölümüdür. Bu başlık altında Çuvaşevo tepesinde yaşanan çatışma da adamları tarafından kaçırılan Muhammed Kul'un Senbahta adında Tatar tarafından Yermak'a ihbar edilip yakalanıp esir haline düşmesi anlatılmıştır. Başlığa dair verilen referansta Senbahta hakkında daha detaylı bilgiler verilerek Sibir tarihçilerinden Atlasi'nin onun ihanetine dair olan görüşü kaydedilmiştir.

18. Başlık (s.64) Buhara'dan Sultan Seydak'ın Gelişi ve Karaçi'nin Küçüm Han'dan Ayrılışı bölümüdür. Bu başlık altında Sibir hanlığını elinden kaybeden Küçüm Han'a zamanında Sibir Hanlığını ele geçirmek adına yaptığı katliamda Buhara'ya gönderilen Sultan Seydak'ın ordusu ile üzerine geldiği ve bu bağlamda Küçüm Han'ın müşaviri de olan Karaçi ordusunu da yanına alarak hanı terk ettiği kaydedilmiştir. Bu durumun neticesinde de Küçüm Han'ın gittikçe karamsar bir tavıra büründüğü anlatılmış olup başlığa dair verilen referansta Karaçi'nin yerleştiği Yulmısk gölünün Remezov Kroniğinde hangi ada sahip olduğu ele alınmıştır.

19. Başlık (s.64) Şehirlerin ve Ulusların Ele Geçirilmesi bölümüdür. Bu başlık altında Yermak'ın Sibir şehrini ele geçirmesinin ardından Sibir topraklarında korkmadan gezdiğini, İrtiş nehri civarında bulunan kale ve ulusları hakimiyeti altına aldığı kaydedilmiş olup başlığa dair verilen referansda Yermak'ın ele geçirdiği yerlerin ayrıntılarını Remezov Kroniği vasıtası ile ortaya çıkarıldığı açıklanmış olup verilen referansta Yermak'ın İrtiş nehri aşağısındaki şehirlere düzenlediği akınların Remezov Kroniğinde daha detaylı ele alındığı anlatılmıştır.

20. Başlık (s.65) Moskova'dan Sibir'e Voyvoda ve Askerlerin Gelişi bölümüdür. Bu başlık altında Moskova'dan çok sayıda askerin Sibir şehrine gönderdildiği ve aynı dönemde yaşanan kıtlık ele alınmış olup verilen referansta yaşanan kıtlık hakkında daha detaylı bir bilgi verilerek bu anlatımın Remezov kroniğine dayandığı aktarılmıştır.

21. Başlık (s.65-66) Sultan Muhammed Kul'un Moskova'ya Gönderilmesi bölümüdür. Bu başlık altında Yermak tarafından esir hale getirilen Küçüm Han'ın oğlu Sultan Muhammed Kul'un Moskova'ya gönderilişi, IV. İvan'ın yönetimi oğlu Fedor İvanoviç'e bıraktığı ve Moskova'ya gönderilen sultana karşı hoş görülü bir tutum içerisinde oldukları kaydedilirken verilen referansta Miller'in adını belirtmediği kaynağından yararlanılarak sultan'ın yüksek bir rütbe ile taltif edildiği ve Ruslar adına savaşlara katıldığı kaydedilmiştir.

22. Başlık (s.66-67) Karaçi'den Elçilerin Gelişi ve Kozakların Onursuz Karaçi Tarafından Katledilmesi bölümüdür. Bu başlık altında Küçüm Han'ın yanından ayrılan Karaçi'nin Yermak'ın yanına gelip Kazak Ordasına karşı yardım istediği anlatılmış olup referansalarda bu ordanın aslında Nogay Orda olduğu belirtilmiştir. Bunu yanında Yermak tarafından yollanan yardım kuvveti'nin Karaçi tarafından ortadan kaldırıldığı ele alınmış olup verilen referansta Miller bu durumun neticesinde Tatar ve Ostyakların ayaklanmasının amaçlandığını ifade etmiştir.

23. Başlık (s.67-68) Tatar Karaçi ve Diğer Tatarların Sibir Şehri Önlerine Gelişi bölümüdür. Bu başlık altında Karaçi'nin Sibir şehrini kuşatması ele alınmış ve bu kuşatmanın yapıldığı tam tarih verilen referansta Miller tarafından sağlanmıştır. Yine aynı başlık adı altında Karaçi'nin kuşatma boyunca beklediği Sauskan mevkii hakkında da referanslarda detaylıca bilgiler verilmiştir.

24. Başlık (s.68-70) Yermak ve Diğer Kozakların Küçüm Han Tarafından Katledilmesi bölümüdür. Bu başlık altında Yermak ve yoldaşlarına Küçüm Han'ın Sibir'e gelecek olan Buharalı tüccarları engellediği haberi geldiği belirtilmiş olup referansta Miller bunun Küçüm Han tarafından kurulan bir tuzak olduğunu ifade etmiştir. Yermak'ın yanına aldığı küçük bir grupla tüccarları karşılamaya gittiğini fakat bulamadan gerş döndüklerini ve nehir kıyısına kamp kurduklarını, sağlam bir güvenlik önlemi almadıklarını ve Küçüm Han'ın da onları uykusunda iken gece baskını yaptığını, Yermak'ın adamlarının ortadan kaldırıldığını ve kendisinin de kamp kurdukları nehirde bulunan teknesine ulaşmak için suya atladığı esnada Çar İvan tarafından hediye olarak verilen zırh'ın ağırlığı neticesinde suda boğulduğu kaydedilmiş olup detaylı bilgiler referansta kaydedilmiştir.

25. Başlık (s.71) Yermak ve Beraberindekilerin Katledilmesinin Ardından Geriye Kalan Kozakların Kaçışı bölümüdür. Bu başlık altında Yermak ve adamlarının ortadan kaldırılmasının ardından şehirde kalan Kozaklar Sibir topraklarında kalamayacağını anlayarak Rusya'ya kaçtıkları ele alınmış olup verilen referansta Miller 150 kişiden oluşan bu Kozak grubunun Küçüm Han'ın askerlerince saldırıya uğramamak adına bilindik güzergah yerine farklı bir yoldan Rusya'ya ulaştıklarını kaydedilmiştir.

26. Başlık (s.71) Küçüm Han'ın Oğlu Sultan Ali bölümüdür. Bu başlık altında Kozakların Sibir şehrini terk etmesinin ardından Küçüm Han'ın oğlu Sultan Ali'nin şehre yarleşmesi ve onun şehre yerleştiğini duyan Bekbulat oğlu Seydak'ın bu topraklara gelip aralarında yaşanan mücadele ele alınmıştır. Verilen referansta Ali'nin Küçüm Han'ın en büyük oğlu olduğu anlatılırken kroniklerde isminin Kiril alfabesinde farklı şekillerde kaydedildiği aktarılır.

27. Başlık (s.71-72) Voyvoda İvan Mansurov Ve Askerlerinin Moskova'dan Sibir'e Gelişi bölümüdür. Bu başlık altında referansta verilen 100 kişilik bir askeri grup bilgisi ışığında Moskova'nın Ataman Yermak'ın ortadan kaldırılışının ikinci senesinde Voyvoda İvan Mansurovu Sibire yollamak adına gönderdiği, İrtiş nehri üzerinden yapılacak güzerahın voyvodanın Kozakların şehirde olmamasından dolayı tedirgin olmasından dolayı Ob nehrine döndüğünü ve Rusların bu bölgede hakimiyet tesis etmek adına Ob nehri üzerine kale kurdurduğunu aktarırken bölge hakkındaki detaylı bilgilere referansta yer verilmiştir.

28. Başlık (s.72) Ostyakların Şehrin Önüne Gelişi bölümüdür. Bu başlık altında Ostyakların kaleye saldırdıkları fakat uzun süren mücadele sonunda putperest olarak nitelendirilen Ostyakların kale civarından geri çekildiği aktarılmıştır.

29. Başlık (s.72) Ostyak Putu bölümüdür. Bu başlık altında Ostyak milletinin savaş meydanlarına gelmeden önce sabah saatlerinde ağaçların yanına koydukları putlarına kurbanlar verip Hıristiyanları yenebileceği inancına sahip oldukları anlatılmış olup bu başlık altında aynı zamanda Ruslar tarafından atılan top atışının ağaca ve puta zarar verdiği kaydedilirken putperestlerin top atışını görünce ok atışı sandıklarını ve bu güçlü okun nasıl ağaca zarar verdiğini tartıştıklarını ele almaktadır.

30. Başlık (s.73) Voyvodaların Gelişi bölümüdür. Bu başlık altında Rusya'dan voyvoda Vasiley Sukin ve voyvoda İvan Myasnoy'un Sibir bölgesine gelip eskiden Çingi adı ile anılan yerde Tümen şehrini kurduklarını, kendilerine evler inşa ettikleri ve hem kendi halkının ibadetleri adına hem de yerel bölge halkının Hıritiyanlaşması adına kilise inşa ettikleri verilen referanslarla kaydedilmiştir.

31. Başlık (s.73) Tobolsk Şehri, Kuruluşu, Kiliselerin İnşası, İdaresi ve Başşehir Yapılması bölümüdür. Bu başlık altında Sibir hanlığının merkezi olan Sibir şehrinin Ruslar tarafından Tobolsk adını aldığı, bölgede Hıristiyanlık emarelerini bu topraklarda yaşatmak adına kiliseler inşa edildiği kaydedilmiştir. Verilen referanslarda Çar Fedor'un talimatı ile Tobolsk şehrinin kurulduğu ve iki adet kilise kurulduğu aktarılmıştır.

32. Başlık (s.73-76) Sultan Seydak, Kazak Orda'dan Saltan ve Karaçi'nin Ele Geçirilmesi ve Diğerlerinin Öldürülmesi bölümüdür. Bu başlık altında Tobolsk şehri'nin kurulmasından sonra Sultan Seydak, Kazak Orda Sultanı Saltan ve Küçüm Han'ın eski müşaviri olan Karaçi Voyvoda Danil Çulkov tarafından barış yapma adına çağırılmış ve oturulan yemek masasında barış konuşmaları sırasında Sultan Seydak'ın drein düşüncelerde oluşu ve hiçbir şeyin tadına bakmaması üzerine voyvoda Çulkov ile aralarında geçen konuşmadan sonra onun bu hareketlerini kendilerine kötülük olarak yoran voyvoda Çulkov'un yanlarında bulunan adamlarını ortadan kaldırttığı aktarılmış olup verilen referanslarda Kazak Orda Sultanı ve Karaçi hakkında verilen bilgilerde tartışmalar söz konusu olduğunu ve verilen ayrtıntılarda ışığında Saltan adının Yesipov kroniğinde geçtiğini diğer kroniklerde bu ismin Saltan değil Oraz Muhammed olduğu aktarılmış olup onun hakkında ulaşılabilecek kaynakların da referansları kaydedilmiştir. İsim karışıklığının bir diğeri olan Karaçi hakkında da referanslarda Karaçiliğin aslında bir unvan olduğu ve bu başlık altında bahsedilen Karaçi unvanında sahip olan kişinin Seydak'ın Sibir Hanlığını ele geçirdiği dönemde ortaya çıkan Camiü't Tevarih'in müellifi Kadir Ali Beg olduğu kaydedilmiş ve bu hakkında daha detaylı ulaşılacak bilginin kaynağı kaydedilmiştir.

33. Başlık (s.77) Sultan Seydak, Kazak Orda Sultanı ve Karaçi'nin Moskova'ya Gönderilmesi bölümüdür. Bu başlık altında 32. başlıkta aktarılan voyvoda Çulkov'un yemek daveti esnasında yaşanan hadise üzerine esir olarak tutulan Sultan Seydak, Kazak Orda Sultanı ve Karaçi'nin Moskova'ya gönderildiği anlatılmış olup başlığa dair verilen referanslarda esirlerin ne zaman yola çıktıkları, Moskova'ya gittiklerinde nasıl Hıristiyanlaştırıldıkları ele alınıp bu anlatımların Remezov Kroniği ve Miller'in Opisanie Sibirskao Tsartsva eserlerinde anlatıldığı kaydedilir.

34. Başlık (s.77-79) Küçüm Han'ın Ölümü ve Öldüğü Yer bölümüdür. Bu başlık altında Sibir Hanlığı topraklarında Yermak ve adamları ile giriştiği mücadelede yenilip bozkır bölgelere kaçan Küçüm Han şehri geri almak için yaptığı hareketlerin başarıya ulaşmamasından sonra Sibir şehrini yakmayı düşündüğünü fakat buna cesaret edemediği kaydedilerek Tatar köylerine yaptığı baskınlar sonucunda peşine düşen Rus askerlerinin onun ailesini ele geçirdiği ve kendisinin de Nogaylara sığınıp Rus korkuları yüzünden Nogaylarca katledildiği aktarılmıştır. Bu başlığa dair verilen referanslarda birden fazla eşi olduğu, ailesinin ve hazinesinin ele geçirilmesi ve Nogaylarca katledilmesine dair bilgiler detaylı olarak ele alınmıştır.

35. Başlık (s.79-80) Tanrı'ya Şükür bölümüdür. Bu başlık altında Küçüm Han yönetimi idaresindeyken islam ülkesi olan Sibir Hanlığı'nın Ortodoks Hıristiyan dinine inanan kişilerce işgalinin ardından bu toprakları İncil'in güneşi'nin aydınlattığını, kurak olan bu yerlerin Hıristiyanların gelmesi ile şehirleştiği kaydedilmiştir.

36. Başlık (s.80) Sibir'in Ele Geçirilmesi ve Zaferi Hakkındaki Bu Kroniği Yardım Alarak Düzenliyorum bölümüdür. Bu başlık altında Hotın başrahibi Kipriyan'ın Knez Fedoroviç ve tüm patrik Nikitiç tarafından Tobolsk başpiskoposu olarak tayin edildiğini kaydedip ve Kipriyan'ın görevi esnasında Yermak'ın Sibir Hanlığı ile olan mücadelesinde hayatta kalan Kozaklardan Sbiri topraklarına nasıl geldiklerini, hangi mevkilerde çarpıştıklarını, hayatını kaybeden Kozakların isimlerini öğrenerek bu bilgileri Sofei Premudrosti Bojiya kilisesi katedral sinodiğine kaydettiği aktarılır.

37. Başlık (s.80-82) Kazak Sinodiği bölümüdür. Bu başlık altında ele alınan konu çalışmanın bir nevi özeti mahiyetindedir. Bu bölümde Ataman Yermak'ın Sibir topraklarına geldiğinin ele alındığı 7. başlık Yermak ve Diğerlerinin Sibir'e Gelişi kısmından itibaren verilen bu başlığa kadar olan süreçteki olayların hülasasına değinilmiş ve o topraklarda kafir Küçüm ve ordusu ile savaşan Kozakların büyük bir saygı ile anıldığını ve orada hayatını kaybeden Kozakların isimlerinin sinodiğe kayıt edildiği kaydedilmiştir. Bunun yanında bu bölümde çalışmanın Tobolsk şehrinde 1 Eylül 1637 yılında yazıldığını ve müellifinin Savva Yesipov olduğu aktarılmıştır.



24 Aralık 2020 Perşembe

Çin Mitolojilerinde Efsanevi Yaratıklar 3

                              Penghou

                                                             

                                               
                                                        

                                                         Sina GÖZÜKAN

Penghou Çinlilere göre bir ağaç ruhudur. Wu krallığının ilk hükümdarı olan Lu Ching-Shu zamanında Chien-An komutanlığında koruyuculuk yapmaktadır. Krallık Penghou'yu kutsal bir ağaç olarak gördüklerinden bütün dileklerini bu ağaca söyleyerek veya asarak dilerler.  

Günün birinde ise büyük bir ev yapmak için rastgele bir ağacın kesilmesi için birkaç kişi toplanmıştır. Tabi kimse onun bir ağaç ruhu olan penghou  bilmemektedir. Toplanan kişilerden bazıları bazılarının bekleme ısrarlarına rağmen ağacı kesmeye başlamışlar. Sonrasında ise ağacı kesenler ve orada bulunan herkes büyük bir şok geçirmiştir. Çünkü ağacın kesimi bittiğinde ortaya bir adam yüzlü ve köpek vücutlu bir yaratık ortaya çıkmıştır. Ağacı kesenler bunun bir penghou  olduğunu anlamışlar ve kendilerini affetmeleri ve onları cezalandırmaması için dua etmeye başlayıp af dilemişlerdir.

Penghou'lar ağacın diplerinde yetişen insan yüzlü köpek vücutlu varlıklardır. Çok özel bir ağaçtır ama kesilme tehlikesine karşın kendilerini normal bir ağaca benzetip çok iyi kamufle olabilirler. Bu yüzden bir ağaca dıştan bakıldığında onun bir penghou olduğu anlaşılmamaktadır. Bunun için ağacı kesip gövde kısmına yakın olmak gerekir veya penghou'nun kendi rızasıyla karşısındaki kişiyle muhatap olması lazımdır.

 Penghou'lar çok zarif ve hoşgörülü yaratıklardır. Zamanında krallıkların bazılarını şiddetli açlık kuraklık vurmuştur. Penghou'lar aç insanlara kendi etinden, kuraklık içinse kendi güçlerinden olan bir sürü meyve vermiştir. İnsanlığa karşı çok iyilik yapmışlardır. 

Kaynakça:

o https://cryptidz.fandom.com/wiki/Penghou

o https://wordsimilarity.com/en/penghou




23 Aralık 2020 Çarşamba

Kitap Tanıtımı/ Book Review

                   


SADULLAH GÜLTEN, ATAYURTTAN ANAYURDA YÖRÜKLER, GECE KİTAPLIĞI, ANKARA 2016, 290 S., ISBN: 978-605-180-550-4


Nagihan BİLGİN


     Osmanlı İmparatorluğu' nun sosyal yapısı şehir sakinleri, çiftçiler ve göçebelerden oluşuyordu. Göçebeler ise Türkmen ve Yörük isimli iki gruptan oluşmaktadır. Bu iki ismin kullanımında coğrafi ve politik faktörler öne çıkmakta olup, etnik anlamda bir farklılık yoktur. Her zaman kolayca hareket etme özelliğine sahip, Türk devletlerinin özgür tebaası olan Türkmen ve Yörükler Orta Asya’dan itibaren kendilerine özgü bir hayat sürmüşlerdir. Yörük kelimesi, öz Türkçe “yürümek” fiilinden gelmektedir. Yörükler bilindiği üzere sürekli göç eden bir topluluk olduğu için, onlara “yürüyen Türkler” denilmiştir. Göçebe toplulukların faaliyetleri pek çok araştırmaya konu olmuş, bu bağlamda eserler kaleme alınmıştır.

        Bu alanda çalışmalarını sürdüren Sadullah Gülten’in “Atayurttan Anayurda Yörükler” adlı kitabı, diğer çalışmalara nazaran Batı Anadolu’daki Yörük gruplarının tamamını sosyal ve iktisadi yönlerini farklı perspektiften ele almıştır. Yazarın yerleşikler ve yarı-yerleşik grupları birçok açıdan incelemesi çalışmayı akademik açıdan farklı bir noktaya taşımaktadır. Eser, tahrir defterleri ve XV. Ve XVI. yüzyıl kaynakları temel alınarak kaleme alınmıştır. Tahrir incelemesinde tek bir bölge ile sınırlı kalmayarak karşılaştırmalı bilgi aktarımı yapan Gülten, kitabını farklı müelliflerin görüşlerini aktarırken, konuyu kendi yorumuyla harmanlamıştır. Kitap önsöz, kısaltmalar ve girişin ardından 4 ana bölüm, sonuç ve kaynakçadan oluşmaktadır.

    Giriş bölümünde Yörük adının kökeni, tarihsel gelişimi ve Anadolu’nun Türkleştirilmesi vurgulanmaktadır. Zaman içinde ismin anlamındaki değişiklikler arşiv belgelerine dayandırılarak aktarılmıştır. Yazarın, farklı müelliflerin fikirleri üzerinden örnekler vermesi aynı zamanda kendi yorumuyla harmanlaması konuya farklı noktalardan okuyucunun bakmasına olanak sağlamaktadır. Bunlara ek olarak yazar, Yörük isminin anlamının zamana paralel olarak uğradığı değişiklikler üzerine mütalaa etmiştir. Eserde ele alınan temel noktalar Yörüklerin idari, hukuki, iktisadi yapıları; yerleşik hayata geçiş süreçleri ile sancaklara göre yerleşiklik oranları, yaylak-kışlak hayatları üzerine değerlendirmeler yapılmıştır. Aynı zamanda Anadolu'nun batı bölgesine giriş süreçleri, siyasi oluşumlara etkilerinin kısa bir değerlendirmesi yapılarak, bölgedeki Türkleştirme faaliyetlerine katkılarından bahsedilmiştir. Yörükler ve Türkmenlerin hayat tarzlarının iktisadi faaliyet sahalarındaki önemli farklılıkların hayatlarındaki temel husus olduğu vurgulanmıştır. Osmanlı merkezi devletinin bu gruplara yaklaşımı objektif bir biçimde kaleme alınmıştır. Yazar, Yörük adının zamanla konar göçerliği terk ederek meskûn hale gelenleri de içine alacak şekilde genişleyerek, hukuki bir anlam kazanması ve bu anlayışın temelini Osmanlı Devleti’nin gelenekçi yapısının oluşturduğu ifade edilmiştir. Devlet böylece geçerli olan sistemin aktif bir biçimde sürmesi yönünde önlemler aldığı vurgulanmıştır. Akıcı dille, göçebelerin belirli vergilerden muaf tutulduğu kaynaklar ışığında aktarılmıştır. Aynı zaman da Yörüklerin sahip olduğu ve nelerden yoksun olduğu üzerinde durulmuştur. Mali ve sosyal düzenin bozulmasını önlemek için Osmanlı İmparatorluğu göçebelerden köylü sınıfına geçişi hoş karşılamadı ve yerleşik yaşama geçen konargöçerleri bile Yörük olarak kaydederek vergilerini bu şekilde almaya devam etmiştir. Metin içerisinde ara başlıkların detaylı ve özenle seçildiği görülmektedir.

        İkinci bölümde, “İskan” başlığı altında konargöçerlerin Osmanlı Devleti ile siyasi sosyal münasebetlerinin nasıl bir nizamda gerçekleşeceği üzerinde durulmuştur. Gülten zaman zaman arşiv kaynaklarını işaret ederek Batı Anadolu konargöçer nüfusun 15. ve 16. Yüzyılda kendi iradeleri doğrultusunda yerleşik hayat düzenine geçtiğini iddia etmektedir. Yazar bu başlık altında daha önceden değindiği coğrafi özelliklerin konargöçer yaşamındaki önemi ve siyasi sosyal etkilerini hatırlatarak okuyucuya konun özümsenmesinde yardımcı olmaktadır. Yörüklerin yerleşim alanı olarak köyleri tercih ettikleri ve çoğu zaman köylülerle yaşadıklarını ifade etmektedir. Yerleşim alanlarının farklılıkları üzerinde durulmuş, Batı Anadolu’nun kuzeyine doğru gittikçe Yörük nüfusunun azalırken yerleşme konusunda cemaatlerin oranının arttığı ifade edilmektedir. Bazı bölgeler örnek verilerek Yörüklerin ikametinde coğrafi özelliklerin önemi vurgulanmıştır.

        Üçüncü bölümde, Yörüklerin nüfusu, gelişimi üzerine mütalaa edilmiştir. Ele alınan konular tahrir defterleri üzerinden aktarımları yapılmıştır. XVI. yüzyıla ait tahrir defterlerine bakıldığında Yörük nüfusunun en aktif bir biçimde görüldüğü bölgenin Saruhan ve Kütahya olduğunu ifade edilmektedir. Gülten, Yörüklerin hane, mücerred ve bennak olarak kaydedilme usulleri üzerinde durmuştur. Zamansal nüfus değişikliklerinin nedenleri ve sonuçları üzerinde sayısal veriler doğrultusunda bilgiler salt bir şekilde okuyucuya sunulmaktadır. Osmanlı devletinin konargöçerleri özenle kayıt altına aldığını bunun nedeninin vergi tahsilinin sıhhatli bir biçimde sürekliliğini sağlamak olduğu ifade edilmektedir. Sadece tahrir defterleri doğrultusunda kesin yargılara varılamayacağı, bazen nüfusun zamansal olarak değişikliğe uğradığı görüşü ortaya çıkmaktadır. Bu doğrultuda bütün dinamikler koşullarına göre değerlendirilmeli ve zamansal faktörler göz önünde bulundurularak bilgiler yorumlanmalıdır.

        Dördüncü bölümde Oğuz boyları ve cemaatleri ele alınmıştır. Bu bölüm genel itibarıyla Batı Anadolu coğrafyası üzerine temellendirilmiştir. Çünkü yazarında değindiği gibi, Batı Anadolu’nun diğer bölgelere göre Konargöçer grupların yoğun iskan merkezi haline dönüşmüştür. Bu bölümde ayrıntılı bir biçimde oğuz gruplarının siyasi ve sosyal değerlendirilmesi tahrir defterleri ışığında yapılmıştır. Batı Anadolu bölgesinin büyük taifeleri olan Söğüt Yörükleri, Kütahya Yörükleri ve Karaca Koyunlular üzerine de dikkatini vererek bu yapıların iç dinamiklerini ortaya koymuştur.

        Sonuç kısmında ise, yazar özet niteliğinde Yörüklerin genel bir değerlendirmesini yapmıştır. Burada üzerinde durduğu önemli bir nokta Yörüklerin devletin gelir kaynağı olarak tasnif edilmesi olmuştur. Yörük grupların vergilendirilmesini has-zeamet kategorisi altına alan Osmanlı mali bürokrasisi, Yörüklerin coğrafi özgürlüklerini bu anlayışla kısıtlayarak uzun müddet bir bölgede kalmalarını sağlamıştır. Böylelikle verginin daimi hale gelmesi sağlanmış devlet bu yöntemle ekonomik bir güç elde etmiştir. Vergilendirme ve bu grupların kontrolü konusunda devletin attığı bir diğer adım ise Yörüklerin “taife” adı altında devlet eliyle bir arada toplanması, ve kaydedilmesidir. Eser genel olarak değerlendirildiğinde oldukça akıcı ve sade bir dille kaleme alınmıştır. Sade bir dil kullanılması okuyucu yelpazesini genişletmiştir. Böylelikle alan terminolojisine sahip olunmadan da zevkle okunacak kıymetli bir eser.


21 Aralık 2020 Pazartesi

                                            Kitap Tanıtımı/ Book Review

Murat Özkan, Türkistan'ın Keşif Çağı: Rus Seyyah Burnaşev'in Gözünden Buhara, Kronik Kitap, İstanbul 2019, 144 s., ISBN: 978-605-7635-23-5

                                                                 Emine Naz GÖZÜKAN

                                   

        Kitap önsöz, kısaltmalar ve girişin ardından üç ana bölüm, sonuç ve kaynakçalardan oluşmaktadır. Önsöz kitabın yazarı Murat Özkan tarafından kaleme alınmıştır. Yazar çalışmasının önsöz kısmında iktidar ve otoritenin insanın varoşunda bulunduğunu ve bu güce ulaşmanın verdiği kudretin her zaman arzulandığını dile getirmiştir. Bu arzuları doğrultusunda da Dünyanın varoluşundan bu yana yaşanan savaşlar, öldürülen insanlar ve tahrip olan coğrafyalar Altay efsanesinde geçen kötü ruhun üflediği nefes olduğunu aktarmıştır. Bu noktada da bahsedilen bu vakıalar Türkistan coğrafyasında birer birer yaşandığını ve bu coğrafyanın yer altı kaynaklarının, ticaret yollarının merkezinde yer alan ve verimli topraklara sahip olan bir bölge olduğunu, aynı zamanda onun bu denli göz alıcı kaynaklara sahip olması diğer devletlerce arzulanmasına ve ele geçirilme tasarılarının yapılması doğrultusunda kapitalizmin altında kaldığını dile getirmiştir. Ayrıca önsöz kısmında kitabının genel içeriği hakkında bahsetmiş olan yazar Türkistan coğrafyasının yaşadığı hadiseleri Buhara ekseni üzerinden değinmiştir.            

        Kitabın giriş kısmına yazar Abdulhamid Çolpan'ın ''Gözel Türkistan'' adlı şiirinin bir bölümü ile başlamıştır. Özbekistan sınırında yer alan Buhara'nın bir ilim, ticaret merkezi olduğunu dile getirerek sadece Türkistan Türklerinin değil Fars ve diğer kavimlerinde merkezi olduğunu aktarmıştır. Maveraünnehr şehirlerinin Türk Dili'nin en eski sözlüklerinden biri olan ''Divan-ı Lügat-it- Türk'te bahsedildiğini anlatmış ve devamında Rusların da bu bölgeye olan ilgisi üzerinde yoğunlaşmıştır. Yazar kitabın giriş kısmında Rusların Türkistan'a yönelmelerinin ana sebebi olarak Karadeniz'de Osmanlının önlerine set koymasını ve Baltık'ta da İsveç ile gerçekleşen Baltık hakimiyeti mücadelesinde İsveç'e karşı ekonomik üstünlük sağlamak olduğunu belirtmiştir ve Rusların bölgeyi keşfetmek kavramını ele geçirme öncesi tanıma olarak nitelendirmiştir. Yazar giriş kısmında çalışmanın üç bölüm ve bir sonuçtan meydana geleceğini belirterek içerikleri hakkında bilgi vermiştir.

        Kitabın birinci bölümü (s.23-50) Buhara Hanlığı ve Çarlık Rusya bölümüdür. Bu bölüm Rusların Türkistan'da Yayılması ve Askeri Politikaları, Buhara'da Rus Ticareti ve Buhara-Rusya Diplomasisi ve XVIII. Yüzyıl'da Buhara Hanlığında Siyaset ve Yönetim adlı üç kısımdan oluşmaktadır. Bu bölümde yazar Rusların IV. İvan önderliğinde alınan Kazan ve Astarhan hanlıklarının alınması ile İdil topraklarını ele geçirmesi ve ardından Osmanlı devletini Astarhan seferinde bozguna uğratıp bölgeden uzaklaştırması doğrultusunda gözünü Türkistan topraklarına çevirdiğinin altını çizmiştir. Türkistan coğrafyasında siyasi bir teşekkülün olmadığının altını çizen yazar bu noktada Rusların Türk topluluklarına uyguladığı kışkırtıcı politikaya değinmiş ve bunda da başarılı olduklarından bahsetmiştir. Kazan ve Astarhanı alan Ruslar ilerledikçe karşısına Cengiz soyundan gelen hanlıklar çıkar ve yazar bu bölümde hanlıkların kim olduğunu, nerelere hakim olduklarını anlatmıştır. Rus politikalarının mimarı sayılan Petro'nun Astrahan valisinden aldığı rapor doğrultusunda altın yatakları ile dolu olan Amu Derya kumları ve Buhara Dağlarının Rusların dikkatini çektiğini anlatmıştır. Buhara'nın Özbek hanlıkları içerisinde Buhara'da ilk kurulan hanlık olduğunu dile getiren yazar onların Ruslara en yakın hanlık olmasından da dolayı Rusların ilk temaslarının Buhara Hanlığı üzerine olduğunu belirtmiş ve Buhara Hanlığının kuruluşundan, hanlık yöneticilerinin yaşadığı iç karışıklıktan ve Cengiz soyundan elen hanların nasıl hanlığın yönetimini Mangıtların aldığını detaylı bir şekilde ele almıştır.

        Kitabın ikinci bölümü (s.51-70) Türkistan'ı Keşif ve Buhara'ya Seyahat bölümüdür. Bu bölüm Burnaşev'in Seyahatnamesi ve Genel Özellikleri ve Sibir Hattından Buhara'ya: Burnaşev adlı iki kısımdan oluşmaktadır. Birinci kısım Burnaşev'in Seyahatnamesi ve Genel Özellikleri kısmı XVIII. Yüzyıl'da Seyyah Olmak: Burnaşev ve Hayatı, Keşif Hedefleri, Burnaşev'in Seyahatinin Mahiyeti adlı üç alt başlık olarak ele alınmıştır. İkinci kısım Sibir Hattından Buhara'ya: Burnaşev kısmı Güzergah ve Yolculuk, Buhara'ya Varış ve İlk Sorgu, Heyetin Han Sarayına Götürülmesi ve Şah Murad ve Seyahatin Sonu ve Rusya'ya Dönüş adlı dört alt başlık olarak ele alınmıştır. Bölümün birinci kısmında yazar seyahatnamelerin tarihe kaynaklık eden olduğundan bahsederek çalışamaya da konu olan seyyah Burnaşev'in tuttuğu notların Buhara hakkında bilgi sahibi olmaları açısından Ruslar için mühim bir kaynak olduğunu aktarmıştır. Seyyah Burnaşev'in hayatına değinilmiş ve Buhara seyahatinde Çarlık hükümetinin onu heyetin başına getirme nedenlerine değinilmiştir. Rusların Türkistan'a yönelik hareketlerini İngilizlerin tıpkı Afrika'ya yaptığı sömürge hareketleri ile bağdaştırıp Türkistan bölgesini ''Rusların Afrika'sı'' olarak gördüğünü ve bu doğrultuda da Türkistan bölgesini tanıma adına bir keşif heyeti oluşturulduğunun altını çizmiştir. Bölümün ikinci kısmında yazar seyyah Burnaşev'in içerisinde bulunduğu keşif heyetinin Buhara'ya yönelik yolculuğunda hangi yolları tercih ettiğini, diğer güzergahların neden tercih edilemediğini açık bir şekilde ifade etmiştir. Seyyah'ın yolculuğunun başında notlarını yazmaya başladığını ve Buhara'ya varana kadar görmüş olduğu yolları, patikaları, ağaçları notlarına aldığını anlatarak bu notların Türkistan coğrafyası hakkında Ruslara için önemli kaynak ihtiva etmektedir. Ayrıca bölge halkları hakkında bilgiler içeren notlarında onların dinlerini, ekonomik geçim kaynaklarını, yurt edindikleri yerleri ve kullandıkları silahlardan bahsederek Rusların yabancısı olduğu Türkistan halklarının sosyal yaşamları hakkında kaynak oluşturmuştur. Yazar'ın ifade ettiği gibi seyyah Burnaşev Türkistan'ı tanımak isteyen Çarlık Rusya için olduğu kadar Türk milletine de XVIII. yüzyılda yaşayan soydaşları hakkında ışık tutan bilgiler sağlamaktadır. Bu bölüm de ayrıca Rus heyetinin Buhara'ya geldiğinde Buharalılar tarafından nasıl bir tutum ile karşılaştığını görmekteyiz. Türkistan coğrafyası hakkında bilgi sahibi olmak isteyen Çarlığın emellerine ulaşmasına temas edeceğimiz an Rus heyetinin Buharalılar tarafından sorgulanması ve şehirde tutulması diyebiliriz. Zira şehirde tutulan heyet ve özellikle de seyyah Burnaşev şehirde tutulduğu zaman boyunca şehir ve hanlık hakkında Çarlığın işine yarayacak bilgileri toplamayı başarmış ve bunları Ruslara sunmuştur.

        Kitabın üçüncü bölümü (s.71-114) Burnaşev ve Seyyahların Buhara Tasvirleri bölümüdür. Bu bölüm Buhara'nın Tarihi ve Coğrafi Durumu, Buhara'nın Demografik Yapısı ve Özellikleri, Buhara'da İdari ve Askeri Yapı, Buhara'da Ekonomik Hayat ve Buhara'da Gündelik Hayat adlı beş bölümden oluşmaktadır. Birinci kısım Tarihi Buhara ve Sınırları, Buharalıların Kökeni, İklimi ve Bitki Örtüsü ve Nehirleri adlı dört alt başlık olarak ele alınmıştır. İkinci kısım Nüfusu, Etnik Yapısı, Dini Yapısı ve Dili adlı dört alt başlık olarak ele alınmıştır. Üçüncü kısım İdari Yapı, Ordu, Emniyet ve Hukuk adlı dört alt başlık olarak ele alınmıştır. Dördüncü kısım Ticaret, Madencilik, Ziraat, Hayvancılık ve Askeri Teçhizat Üretimi adlı beş alt başlık olarak ele alınmıştır. Beşinci kısım Dini ve Sivil Eğitim, Düğünler ve Evlilik, Giyim-Kuşam, Yemekler, Hastalıklar, Meskenler, Hamalar, Kervansaraylar, Pazarlar ve Köle Ticareti, Dilenciler ve Ölüm-Defin adlı on alt başlık olarak ele alınmıştır. Bu bölümde yazar çalışmanın konusu olan Seyyah Burnaşev'in notları ile diğer seyyahların notlarını baz alarak Buhara hakkında bilgiler aktarmıştır. Buhara'nın etrafının çöllerle kaplı olduğunu, Rusya'yı Hindistan'a ve Çine bağlayan ticaret yollarının merkezinde olduğunu anlatmıştır. Kökenlerini Büyük Tufan'a kadar indirdiklerini anlatarak kendilerini bölgenin en kadim halkı olarak gördüklerini ifade etmiştir. Zira kendilerine göre Buhara düzlüklerinde yaşayan dünyalılar onların atası idi fakat yazar seyyah Burnaşev'in bu düşünceye inanmadığını ve Buharalıların, hatta Hanlarının bile o bahsettikleri tepelerde değil yapay tepede ikamet ettiğini dile getirmiştir. Yazar seyyahların ortak notlarını ele alarak Buhara'nın ılıman iklime sahip olduğunu ve bunun neticesinde de iklimin çeşitli olduğunu ifade etmiştir. Türkistan coğrafyasının en önemli su kaynaklarından biri olan Amu Derya nehrine sahip olması etrafı çöllerle çevrili olan Buhara için yaşam kaynağı demekti. Seyyahların genel notlarında özellikle de nehirler ticari yönden de kullanıldığından önem arz etmiştir. Yazar nüfus hakkında verdiği bilgilerin seyyahlar aracılığı ile olduğunu zira hanlıkta belirli bir nüfus sayımı yapılmadığını ifade etmiştir. Seyyahların anlatımına göre Buhara ticaret noktasının merkezi olduğundan Türkistan havzasının en meşhur şehri konumundaydı. Seyyahlar aldıkları notlarda Buharalıların fiziki özelliklerine, İslamiyet dinini hoş görü ile yaklaşıp gayrimüslimleri hor görmediğini, bayramlarını, eğlencelerini anlatırken bu eğlencelerin Şah Murad döneminde yasaklandığını belirterek hanın dinin yaşayışı hakkında bilgi vermektedir. Buhara hanlığının idari yapısını anlatırken Şah Murad'ın devlet işinden çok kültürel faaliyetler ile alakalı olduğu anlatılmıştır. Buhara'nın askeri düzenleri konusunda aldığı notlarında askerlerin disipline edilemeyen Özbeklerden mevcut olduğunu, yaklaşık 60.000 kadar sayıları olduğunu ve yönetimlerinin Han'ın elinde olduğunu eklemiştir. Bu bilgilerin yanında ordunun kıyafetinden, kullandıkları askeri mühimmattan detaylı bir şekilde notlarını almıştır. Buhara'nın güvenlik konusunda son derecede titiz olduğunu ve geceleri sokağa çıkma yasağı olduğunu da eklemiş ve bu yasağa uymayanların da görüldükleri yerde tutuklandıklarını anlatmıştır. Hukuk kurallarından da bahsederek işlenen suçların cezalarına değinmiştir. Buhara'nın önemli bir şehir olmasının yer altı kaynaklarına sahip olmasının yanında ticaret yolunun merkezinde yer alıyor olmasıydı ve Çarlık Rusya'nın da bu şehre olan merakı da nitekim bundandı. Zira Ruslar Asya pazarlarında kendi mallarının satılmasını talep etmekteydi ve seyyahın Buhara ekonomisinden özellikle de ticari hayatından bahsetmesi Ruslar açısından oldukça mühimdi. Seyyah Burnaşev de kendisine verilmiş olan görevi layıkıyla yerine getirmiş ve Buhara ticaretinde neler yaşandığını, hangi kumaşların satıldığını, kumaşların evlerde işlendiğini, müşterilerine olan tutumlarından kullandıkları paraya kadar her bir detayın notlamasını yaptı. Seyyah Burnaşev asıl mesleği ile bir maden mühendisi olduğundan maden konusunda derin araştırmalarda bulunmuş ve bölgenin altın yataklarının nerelerde olduğunu belirlemişti. Aynı zamanda başka bir seyyah Petro döneminde Rusların kulağına gelen Amu Derya kumları arasında altın kumu olduğunu fakat yerli halkın onları işlemek adına girişimlerde bulunmadığını aktarmıştır.

        Kitabın sonuç bölümü' (s.115-119) dür. Yazar kitabın sonuç bölümünde çalışmanın geneli hakkında beş sayfalık özet mahiyetinde bir yazı kaleme almıştır. Sonuç olarak değerlendirildiğinde kaleme alınmış olan bu eser Çarlık Rusya Hükümeti'nin 1711 yılında almış oldukları Prut yenilgisinin bir yansıması niteliğindedir. Zira Ruslar Prut sonrası ekonomik sıkıntı çekmiş ve bu coğrafyaya yönelmiş ve başarısızlıkla sonuçlanan askeri seferlere imza atmıştı. Sefer hareketlerinin bozgun ile sonuçlanmasından sonra Ruslar bölgeye yapılacak olan seferlerin askeri sefer yerine keşif seferine dönüştürülmesini ve tanımadıkları coğrafya, halklar ve yaşantı hakkında bilgi sahibi olmak istediler. Bu çalışma Rusların Türkistan topraklarını tıpkı İngilizlerin Afrika'ya yaptığı gibi kendilerine sömürge yapma amaçlarının ilk adımları sayılırdı. Bu çalışma verilen kaynakları, ekleri, haritası, Buhara'ya dair verilen resimleri incelendiğinde 18. yüzyıl Çarlık politikalarına kaynak olabilecek değerdedir. Rus bir seyyahın gözünden okunan Buhara şehri ve idari, sosyal ve ticari yaşantısı bu alana gönül veren tarihçilere de referans olacaktır.

17 Aralık 2020 Perşembe

Çin Mitolojilerinde Efsanevi Yaratıklar 2

                                                                     EJDERHA

                              


Sina GÖZÜKAN

Ejderhalar dünyanın en popüler olan mitolojik yaratıklarından birisidir. Ejderhalar birçok eski mitlerde  var olmuştur. Fakat diğer mitlerde ejderhalar  Çin'e göre bu kadar değerli olmamıştır. Çinlilere göre ise  kutsal  yağmurlar(bereketli seller), büyük göller vs. bütün su kaynakları ejderhalar sayesinde var olmuştur ve ejderhalar bu su kaynaklarında yaşamaktadırlar. Çinliler bu yüzden kendi evlerini genel olarak bu sulak yerlere yakın yere inşa etmiş olup kendilerine de ''Ejderhanın Çocukları'' demektedirler. Hatta bunun dışında ejderhalar Çinlilerde uğurlu bir yıl simgesi olarak da kabul edilip Çin yeni yıl kutlamalarının da sembolü olmuşlardır. 

Ejderhalar  fiziksel olarak yılana benzer vücudu , tavşana benzer büyük gözleriyle betimlenmektedir. Fakat ejderhalar korkunç görüntüsüne rağmen Çin mitolojisinde diğer milletlere göre   kötü bir canavar olarak gösterilmemiştir. Aksine iyi niyetli ,yardımsever ve kutsal olarak gösterilmiştir. Bu yüzden büyün imparatorluklar  her zaman yanlarında ejderha figürleri olan eşyalar kullanıp, ejderha vücudundan yapılmış olan tılsımlı  eşyalar  taşımaktadır. Aynı zamanda bütün hanlarda kapıların girişi olsun kıyafetlere kadar her yerde ejderha işlemesi kullanılmaktaydı. Bunun sebebi ise ejderhanın kötü niyetli olan kişilere karşı etraftaki insanları koruyacağına inanılmasıdır. Hanlara gelen  misafirlere ise ejderha hikayeleri anlatılıp, ejderha içkileri ikram edilmektedir. Bu ejderhanın yardımseverliği olarak tasvir edilmektedir.  

Ejderhalar kutsal sayıldıkları için Çinliler doğal felaketlerin yaklaştığını anladıklarında hemen kapılarının önüne ejderhayı simgeleyen kötü ruh kovucu tılsımlar takarlardı. Bu  yöntemi salgın hastalıkların veya iyileşmesi çok zor olan hastalıkların tedavisinde de kullanırlar. Bunun için bir dans töreni düzenlerlerdi. Ejderha kostümü giyip ellerine ejderha tılsımı alıp ejderha dansı yaparlardı. Çin yeni yıl kutlamalarında da yeni yılın kötülüklerden uzak ve hastalıklardan arınmış bir yıl olması için aynı şeyi orada da yaparlardı.

Ejderhalar aynı zamanda Çinlilerin dini inanışlarında da çok önemli rol oynamaktadır. Taoistlere göre ejderhalar bütün kutsal ve ruhani gücün  ana figürüdür, hatta kendilerine yol gösterip ruhani gücü nasıl eğitebileceklerini de ejderhalar öğretmiştir. Ejderhalar taoistlere göre var olan tanrısal gücü temsil ediyorlardı. Ejderhalara eski zamanlarda dini olarak çok önem verildiği için birçok dini temsil eden porselenlerde belgelerde yazıtlarda ejderhaları temsil eden işlemeler işlenmiştir. 


                                    



Kaynakça:

 o https://gorgondergisi.com/antik-cinde-ejderha/

o http://turkish.cri.cn/chinaabc/chapter14/chapter140504.htm



16 Aralık 2020 Çarşamba

Abdulhamid Süleyman Çolpan




Emine Naz GÖZÜKAN

Güzel Türkistan sana ne oldu?
Seher vaktinde güllerin soldu,
Çemenler berbat kuşlar hem feryat,
Hepsi bir mahzun, olmaz mı dil şad?
Bilmem niçin kuşlar ötmez bahçalarında?
Birliğimizin sarsılmaz dağı,
Ümidimizin sönmez çerağı.
Birleş ey halkım, gelmiştir çağı,
Bezensin şimdi Türkistan bağı.
Davran halkım artık yeter cevr-ü cefalar.
Bayrağını al, kalbin uyansın,
Kulluk, esaret kâmilen yansın.
Kur yeni devlet düşmanlar ürksün,
Yüce Türkistan ayağa kalksın.
Yayıl yeşer öz vatanının gül bağlarında


       Esaret altında yaşayan bir milletin aydın bir ferdi olan Abdulhamid Süleyman Çolpan 1893 yılında Andican'da doğdu. Özbek edebiyatının önde gelen temsilcilerindendir. Asıl adı Abdulhamid Süleymanoğlu olup Çolpan ise onun genel olarak eserlerinde kullandığı mahlasıdır. Onun şiirlerinde Çolpan mahlasını kullanmasının nedeni Çolpan Yıldızının yol gösterici özelliği olduğu düşünülmektedir. Babası Süleymankul Molla Muhammed Yunusoğlu da devrin tanınmış eğitimcisi ve bilim adamıdır. Türk lehçeleri başta olmak üzere Rusça, Arapça ve Farsça bilmektedir. Fikirlerinin temelinde Ceditçilik olgusu yatmaktadır. Zira Ceditçilik hareketinin ileri gelenlerinden Gaspıralı, Behbûdî ve Kaarı'nın fikirlerinden etkilenmiştir. Oyġanış (Uyanış), Bulaklar (Pınarlar), Tan Sırları, Koşuklarım (Şarkılarım) ve Saz adında beş şiir kitabı bulunan Çolpan ilk yazılarını da Sada-yı Türkistan, Sada-yı Fergana ve Türkistan Vilayetinin Gazeti gibi yayın organlarında çıkarmıştır.

     Sovyet rejiminin uyguladığı politikalar 75 yıllık çağdaş Özbek Şiirin kaderini değiştirmişti. Sovyet rejiminin 1917 ihtilalinin ardından 1924 yılına kadar olan süreçte Türkistan'da halkın milli bağımsızlık hareketleri kanlı bir şekilde bastırmış ve Türkistan'ı 5 ayrı devlete böldükten sonra oralarda komünizmi yerleştirmek adına edebiyatı propaganda aracı olarak kullanmıştır. Rejim baskı yolu ile Türkistan yazar ve şairlerine ''Proleterya Edebiyatı'' adı altında rejimi övücü eserler ortaya çıkarttırdılar. Buna uymayan yazar ve şairleri de ''Sovyet ve Halk Düşmanı'' olarak nitelediler.

         Özbek şairi Abdulhamid Süleyman Çolpan hayatı boyunca Sovyet baskısına maruz kalmış ama bütün bu baskıya rağmen sanatını sergilemekten asla vazgeçmemiştir. Sovyetlerin Türkistan Türklerine uyguladıkları baskı, halkın gördüğü işkenceler, esirlerin durumu şiirlerinde Çolpan'ın şiirlerinde aktarılanlar. Çolpan'ın şiirlerinde bahsedilen diğer husus da halka aşılanmaya çalışılan yüksek milli şuur olmuştur. Şiirlerinde ele aldığı konularda milli duyguları uyandırmaya, hürriyet fikrini ateşlemeyi hedeflemiştir. Şiirlerinin barındırdığı duygular neticesinde Sovyet rejiminin dikkatini çeken Çolpan rejim tarafından sorguya çekilmiştir. Daha sonra Özbek halkını harekete geçirmeye çalışmak, Sovyetleştirilmelerini engellemeye çalışmak ve Özbek milliyetçilik yapma suçlarından 1934 yılında tutuklanıp birkaç zaman sonra serbest bırakılmış olsa da 14 Haziran 1937 tarihinde Özbek milliyetçiliği yaptığı doğrultusunda Sovyet rejimi tarafından tutuklanıp ''Halk Düşmanı'' olarak nitelendirilip 4 Ekim 1938 tarihinde kurşuna dizilmiştir.


                                           Kişen

                 Kişen, gevdemdegi izler bukün hem ketgeni yoktur
                  Temir barmaklarının dağı, bütkül ketgeni yoktur!
                  Ne müdhiş, ne savuk-menhus, ne kızganmas kuçağın bar!
                  Beşer tarihinin her safhasında kanlı dağın bar!
                  Yumulmuş közlerinin her biri bir elni kahreyler,
                   Fakat bir barlığındır kim, bütün barlıknı zehreyler!
                   Kulup birlen senin erkinde köp yıllar kalup kittim…
                   
Fakat her tebrenişten kurtuluşlıknı ümid ettim.
                   Kişen! Gevdemdeki dağın henüz hem bitkeni yoktur!
                   Fakat bütkül kutulmakga ümidim emdi artıktır!...



Kaynak: TRT Avaz

Youtube: https://www.youtube.com/watch?v=Bhpwc4o0jc4

Kaynakça: İçel, Hatice . "ÇOLPAN'IN ŞİİRLERİNDE ÖZGÜRLÜK ÖZLEMİ VE ÇOLPAN YILDIZI İMGESİ". AKRA Kültür Sanat ve Edebiyat Dergisi 7 / 17 (Ocak 2019): 135-147 . https://doi.org/10.31126/akrajournal.491141

Şenol, Musa , Yeşi̇lçi̇çek, Vedat . "ÇOLPAN VE JUMABAYULI’DA ANADOLU KURTULUŞ SAVAŞI’NIN YANSIMALARI". Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi 5 / 2 (Haziran 2005): 267-276 .

Yeşilçiçek, Vedat , Şenol, Musa. ''TÜRK DÜNYASI ZİRVE ŞAİRLERİNDE BAĞIMSIZLIK TEMASI''. Uşak Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi (2009) 2/1, 88-99

Kocaoğlu , Timur . " Çağdaş Özbek Şiiri  ". Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi / 1 (Şubat 1996): - .


14 Aralık 2020 Pazartesi

Türk Destanları

                                                              Türeyiş ve Yaratılış Destanları

                                              



Kaynak: Tarihin Sesi

Youtube: https://www.youtube.com/watch?v=SFM8lWk2kBs

13 Aralık 2020 Pazar

Türkistan Ticaretinin Merkezi Buhara

                                   

 

Emine Naz GÖZÜKAN

        Günümüzde Özbekistan sınırları içerisinde yer alan Buhara Zerefşan ırmağının aşağılarında yer alan vaha üzerine kurulmuştu. Etrafı çöllerle çevrili ve bozkır ormanlarla çevrili olan şehir Türkistan topraklarının en önemli kaynağı olan Amu Derya ve Sir Derya nehirleri arasında yer almaktaydı. Türkistan coğrafyasının ticaret ağında en önemli şehri konumundaydı. Batı Türkistan, Güney Rusya, Afganistan, Hindistan, Doğu Türkistan ve Çin arasındaki ticaret ağının merkezinde yer alıyordu. 

        Buhara Türkistan'ın en önemli ticaret merkezi olmasının yanında Türkistan'ın en fazla nüfusa sahip olan şehridir. Asya ticaretinin önemli bir durağı olan Buhara'da ticaret kervanlar vasıtasıyla gerçekleştirildi. Ticari eşyalar Rusya'dan develer vasıtasıyla Rusya, Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan'dan geçen demiryolu aracılığı ile Hazar Denizi, Bakü ve Moskova pazarlarına gönderilirdi. Ekonomik hayat Buhara'nın devamlı bir parçası olduğundan Buhara halkı tarım ve hayvancılık işlerinin yanında ticaretin ilerlemesi ile birlikte zanaatkarlıkta yapmaktaydı. Ticarette değiş - tokuş esası uygulanır ve Çin, İran ve Afganistan gibi komşu devletlerden alınan çeşitli çaylar, ipek, çanak çömlekler, boyalar, Rusya'dan getirilen pamuklu ürünler; şeker, kahve ve hırdavat vb. mallarla takas edilirdi. Buhara'da ticaret hakkında verilen kaynaklarda ticaretin miras şeklinde nesilden nesile geçtiği babanın ardından oğlunun işlerin başına geçmesi ile yürüdüğü bilgileri aktarılmıştır. 

        Türkistan şehirlerinin ticarette diğer Asya devletlerine nazaran ileri bir adımda yer almasının bir diğer nedeni de Rusların Türkistan pazarlarına olan ilgisi ile şekillenmiştir. Moskova Knezliği döneminde başlayan Rusya-Türkistan ticari ilişkileri Nijni- Novgorod şehrinde kurulan büyük panayır doğrultusunda ilerlemişti. Türkistan şehirlerinin ticari hayatı içerisinde Ruslar ile en fazla temasta bulunan şehir Buharaydı. Buhara Rus pazarlarına ham pamuk, karakul derisi, kurutulmuş meyve ve halı gönderirken kendi pazarlarına da Ruslardan ucuz tekstil ürünleri, şeker, gazyağı ve porselen gibi ürünler alıyordu. Buhara'nın ticari hayatında Ruslar bir o kadar önemli yer tutuyorsa Ruslar açısından da Buhara aynı derece de önemliydi. Ruslar Buhara pazarlarını hammaddelerine kaynak olarak görmekteydi. Özellikle de Rusya Buhara başta olmak üzere Türkistan Hanlıklarını ham pamuk ve ipek üretimi konusunda ticaret ortağı olarak görüyordu. 

        Buhara'da ticaret kurumsal bir düzende değildi fakat ticaret esnasında suça dair oluşumlar neticesinde ağır yaptırımlar uygulanırdı. Tüccarlar arasında yapılan hile, aldatma ve dolandırıcılığın yaptırımı oldukça ağır olurdu. Ticarette esnaf-müşteri ilişkileri oldukça önemliydi ve müşteri satın aldığı malı beğenmediği durumda bir hafta veya daha sonra iade edebilme hakkına sahip olup satıcı da müşterinin bu isteğini karşı çıkmadan parasını iade etmekle yükümlüydü. Türkistan malları yirmi dört dönümlük arazi üzerine kurulan Taşkent yakınlarındaki çarşıya kurulurdu. Bu çarşı Türkistan topraklarının en büyük pazar yeri idi. Çarşı içerisinde otuz iki adet cadde bulunup otuz iki adette esnaf loncası bulunurdu. Buhara çarşılarında ticari faaliyetler oldukça yoğun olur ve haftanın dört günü pazar kurulurdu. 

  








Kaynakça: Doğan, Orhan ve Erdoğan, Aysel. (2017). Batı Türkistan Hanlıkları Kuruluştan Yıkılışa, Berikan Yayınevi, Ankara.

Türkistan’ın Keşif Çağı Rus Seyyah Burnaşev’in Gözünden Buhara, Kronik Kitap, İstanbul 2019.


OSMANLI'DA KAHVE/KAHVEHANE KÜLTÜRÜ





Nagihan BİLGİN

12 Aralık 2020 Cumartesi

İsmet İnönü ve Uşak Gezisi




        Aslıhan Emine TAŞTAN

        1950 seçimlerinde iktidara gelen Demokrat Parti seçimlerde büyük bir çoğunluk elde etmiş ve  iktidara geldikten uzun bir zaman sonra temellerini sağlamlaştırma yoluna gitmiş ve bu noktada da Cumhuriyet Halk Partisi muhalefet konumuna gelmişti. Zaman içerisinde Demokrat Parti’nin iktidarını sağlamlaştırmak adına muhalefeti sınırlamaya yönelik çeşitli yasal düzenlemelere gitmesi  ülke içindeki siyasi atmosferin, 1950’lili yılların ortalarıyla birlikte bozulmasına, gerginliklerin giderek artmasına neden olmuş ve bu sebepten hükümet basına ve muhalefete karşı sert tedbirler alarak onları kontrol altında tutmaya çalışmıştır.  Bu dönem özellikle de 1959 yılı iki tarafın birbirine daha fazla yüklendiği dönem olmuştur. 1959 yılının Nisan ayı sonunda  İsmet İnönü de gerginliğin yaşandığı dönemde halka Demokrat Partinin sert tutumunu anlatmak üzere bir Ege gezisi düzenledi.

        Ege gezisinden haberdar olan Demokrat Parti hükümeti ana muhalefet liderinin başlatacağı geziyi engellemek için planlar düşünmüştü. Bu önlemlere örnek verilecek olursak '' Gezi başlamadan önce  aralarında Bakan Muzaffer Kurbanoğlu’nun da yer aldığı, milletvekillerinden oluşan bir heyet, incelemelerde bulunmak  ve DP teşkilatını ortaya çıkması muhtemel olaylar hakkında bilgilendirmek amacıyla Uşak’a gönderildi. Uşakta' da olabilecek olaylar konusunda Uşak Valiliğine bildirilmişti. Gezi esnasında olabilecek heyecanı engellemek adına halk arasında sivil memurlar ve resmi memurlar ve jandarma devriyeleri geziyordu. 

      Ege seyahatine Ankara'dan başlayan İsmet İnönü tren vasıtasıyla Uşak'a gelecekti. Daha tren kalkışa geçmeden saatler önce garda olabilecek tehlikleri önlemek adına önlemler alınmıştı fakat tüm önlemlere rağmen halk İnönüyü Uşak'a uğurlamak üzere gara gelmişti. 29 Nisan saat 14.00 sularında tren yolculuğuna başlamış gece saatlerinde de Eskişehir garına geldiğinde Eskişehir halkı onu sevinç gösterileri ile karşılamıştı. İsmet İnönü bu gezisi esnasında tuttuğu notlarında Eskişehir için ''Büyük Kalabalık'' olarak notlama yapmıştır. 

     İnönün'ün Ankara'dan yola çıktığı tren Uşak istasyonu'na 30 Nisan 08.55 sularında varmıştı.  Özellikle de basın bu geziye oldukça dikkat etmiş ve muhabirler Uşak'a gönderilmişti. “Hoş geldin Garp Cephesi Kumandanı” yazılmış levhalar ve flamalarla karşılanan İnönü, karşılamaya gelenlerin arasından trenden inmiş ve üstü açık bir arabaya binmişti. Tezahürat etmek isteyen raporlarda sayıları on - on beş bin olarak verilen Uşak halkının ise İnönün'ün içerisinde olduğu otomobile doğru yönelmesinin ardından güvenlik kuvvetlerinin araya girmesi ile olası bir izdiham önlenmiştir. 

        İsmet İnönü’nün Uşak şehrine geldiği esnada içinde bulunduğu otomobil  Demokrat Parti İl binası önünden geçecekti ve otomobil il binasının önünden geçerken, iki taraf arasında karşılıklı söz düellosu gerçekleşmiş ve il binasından Uşak  İlçe Başkanı Eşref Öğün İsmet İnönü’ye doğru bir çay bardağı fırlatmıştı. Bardak, İnönü yerine Akis muhabiri Hamdi Avcıoğlu’nun alnına çarpmış ve kaşının açılmasına sebep olmuştu. Bu olayın gerçekleşmesinden sonra bazı CHP’lilerde DP il binasını taşlamaya başlamıştı. İsmet İnönü gezisinin Uşak olayları olarak belirtilmesine neden olan olay da bu bardak atılma hadisesi olmuştur.  

        30 Nisan akşamı İsmet İnönü ve Chp partilileri Rıza Salıcı'nın evinde Uşağa gelişlerinin şerefine akşam yemeğine davetliydi. Akşam yemeği sonrası İnönü istirahate çekilirken partililer de evin önünde muhtemel bir olay olmaması yönünde tedbirler almıştı. Aynı gece ilerleyen saatlerde evin bodrumunda yangın çıkmış ve itfaiye ile söndürülebilmişti. Müdahale sonrası yapılan keşifte yangının neden kaynaklandığı bulunamazken Uşak Valisinin İç İşleri Bakanı'na yazdığı yazıda evin hizmetçilerinin ihmali sonucu bu yangının çıktığı bildirilmişti. 30 Nisan gecesi İsmet İnönü'nün konakladığı evde yangın hadisesi vuku bulurken aynı gece Uşak sokaklarında kamyon arkalarında şarkı söyleyen adamlar güvenlik kuvvetlerini harekete geçirmişti. İl Emniyet Müdürü olan Adnan Çakmak bu haber üzerine adamların yakalanmasını istedi. Komiser Şükrü Berk ve polis memuru Hasan Ulutaş aldıkları emir doğrultusunda  Demokrat Parti İl binasına hareket etmişlerdi. İl binası önünde bulunan kamyonlardan birinin şoförü olan Mustafa Bahadır, kamyonların DP tarafından köylerden partilileri getirmek için tutulduklarını ifade etmiştir. Demokrat Parti üyeleri, İnönü ve partilileri taşıyan otomobilin il binasından geçişleri esnasında yaşanan olayların ardından köylere gidip insanlara ''Adnan Menderes gelecek. Onu karşılamaya gideceğiz'' diyerek onları şehre getirmişlerdi. Aynı gün Dp  Uşak il kurulu il de yaşanan hadiseleri bildirmek üzere Adnan Menderese telgraf çekerek mülki amirler şikayet edilmişti. 

        Ertesi gün 1 Mayıs 1959 tarihinde  yaklaşık beş bin civarında Uşaklı sokağa çıkmış ve İnönü'ye ve basına yönelik dövizli gösteriler düzenliyordu. Olaylar giderken büyürken Uşak Valisi İlhan Engin ortalarda görülmüyor, emniyet müdürü yetkisiz olduğunu ifade ediyordu. Bu sırada Savcı Muzaffer Erdem emir verdiği Başçavuşlar, savcıya emir almadıklarını ve müdahale edemeyecekleri cevabını vermişlerdi. Daha sonra savcının gözetiminde Chpli milletvekilleri ve basın güvenli bir şekilde istasyona gittiklerinde orada olan halk onlara ''Kahpe gazeteciler, Sağır papazın uşakları” gibi sözlerle tepki gösterdi. İstasyonda yaşanan hadise İnönü'nün kulağına geldiğinde Chp üyeleri onun Uşak istasyonu yerine Eşme istasyonundan trene binmesinin daha güvenilir olduğunu belirtmiş fakat İnönü bunu kabul etmeyerek planına bağlı kalacağını söyleyerek  istasyonuna gitmişti. İstasyona vardığında  bir grup kalabalık oradaydı. Chp üyeleri ilerlemesini istemezken İnönü ilerledi ve büfenin orada trenin gelmesini bekledi. Trenin gara gelmesi ile milletvekilleri İnönü'nün etrafında kordon oluşturarak trene binmesini sağlamaya çalışırlarken gelen bir taş İnönü'nün başına çarpıp onu yere düşürdü. İnönü düştüğü yerden kalkarak hiçbir şey  olmamış gibi trene bindi. Uşak istasyonunda yaşanan bu hadise sonrası heyet gittikleri yerlerde halka daha kısa süre durmak durumunda kalmıştı. 



Kaynakça:https://arastirmax.com/en/system/files/dergiler/79199/makaleler/9/10/arastirmax-cumhuriyet-halk-partisinin-ege-vazife-gezisi-1959-yili-usak-izmir-olaylari.pdf



İZLE BUTONUNA TIKLA ABONE OL ! Yazılarınızı E-posta Adresimize Gönderebilirsiniz.