Translate

12 Aralık 2020 Cumartesi

Ermeni Meselesi; Tehcir ve Gerçekler



     Pınar Kamile GÜNGÖR /Orhan ÇETİNKAYA

    Ermeni Meselesi, özellikle 1973 yılı sonrasında Türkiye'nin karşılaştığı en önemli sorunlardan biri oldu. Türkiye açısından bu sorun Lozan Antlaşması ile çözülmüş olsa da Ermeniler meseleyi günümüze dek canlı tutmayı başardı ve bir kamuoyu oluşturarak terör dahil olmak üzere, Türk milletine karşı örgütlü bir mücadele içerisine giriştiler. Bu bağlamda Türk milletinin bilinçli ve örgütlü bir şekilde Ermeni'leri soy kırımına tabii tuttuğu suçlamalarını ortaya atarken, Türkiye'nin bu asılsız soy kırımı kabul ederek karşılığında Ermenilere toprak vermeye zorlanması amaçlandı. Türkiye, Ermenilerin sahte ve haksız iddialarını belgeler ışığında gün yüzüne çıkarmayı başarsa da, bazı devletler kendi milli menfaatleri doğrultusunda Ermeni Meselesini devamlı olarak gündemde tutmaya çalışmaktadır. 

    Anadolu'nun Türkleşmesi sürecinde, Anadolu'da bağımsız bir Ermeni devleti mevcut değildi. Selçuklular döneminde Anadolu'nun Türkler tarafından fethedilmesiyle Bizans hakimiyetine son verildi ve böylece Van'daki Vaspuragan Ermeni Prensliği de yıkılmış oldu. Burada yaşayan Ermenilerin bir kısmı Orta Anadolu'ya yerleştirilirken bir kısmı da Urfa civarına yerleştirildi. Bizans’ın kötü muamelesinden sonra Türklerden hoşgörülü bir yaklaşım gören Ermeniler, Türklere kucak açmaya hatta yardım etmeye başladı. Bu durum Osmanlı İmparatorluğu devrinde de devam etti. Osmanlı Devleti, bünyesinde yer alan Ermeni, Rum ve Yahudileri "Millet Sistemi" adı verilen bir sistem içerisinde değerlendirerek gayrimüslimlere din ve inanç hürriyeti ve devlet hizmetinde söz sahibi olabilmeleri adına pek çok hak tanıdı. Osmanlı idaresi altında Türkler ve Ermeniler uzun yıllar dostluk içinde yaşarken, Ermeniler‘in başta Türk dili olmak üzere müzik, yemek, isim-soy isim, güzel sanatlar ve edebiyat kültüründe bir çok Türk tesiri olduğunu görmekteyiz. 

    Türk ve Ermenilerin aynı çatı altında, dostluk ve barış içerisinde yaşamaları ancak 1. Dünya Savaşı'na dek sürdü. Tarih boyunca Türkleri Anadolu ve Avrupa'dan uzaklaştırmak isteyen Emperyalist güçler, Rumlardan sonra Anadolu’da yaşayan Ermenileri kışkırtma yoluna giderek Yeşilköy ve Berlin Antlaşmalarına Ermenileri alakadar eden ıslahat maddeleri ilave ettiler. Bu adımda Ermeniler ilk kez devletlerarası bir antlaşmada yer aldı ve Şark Meselesi ilk defa gündeme geldi. 1820'li yıllara gelindiğinde Rusya, misyoner faaliyetlerinin karşılığını almaya başladı. 1828-29 Osmanlı-Rus Savaşı'nda Ermeniler, Osmanlı Devleti'ne ihanet ederek bazıları Rus ordusuna asker olarak yazıldı bazıları da sivil Türk halkına eziyet ettiler. 1. Dünya Savaşı sırasında, sınır boylarında çeteler kurarak Türk milletine saldırılar düzenlediler. Ermenilerin Anadolu'da baş gösteren isyanları, Türk halkına zulümleri ve katliamları karşısında Osmanlı Devleti'nin tutumu ise "tehcir" kararı almak oldu. “Tehcir" sözcüğü; bir yerden bir yere göç ettirmek, hicret ettirmek manalarımı taşır ve bu kelimeden “sürgün etmek” anlamını çıkarmak mümkün değildir. Buna rağmen olayı dramatize etmek isteyen Ermeniler ve bazı batılı yazarların bu eylemi aktarırken sürgün manasına gelen terimler kullandığını açıkça görmekteyiz. 

    Osmanlı Hükümeti Ermeni isyanlarını başta bölgesel tedbirlerle bastırmaya çalışmış ve bu isyanları münferit bazı teşebbüsler şeklinde kabul etmişti. Ancak isyanların giderek yoğunlaşması ve Ermenilerin Türklere karşı baskılar uygulaması Osmanlı Devletini güvenlik tedbirleri almaya mecbur kıldı. Devlet, tedbirlerin yeterli olmadığı durumlarda Ermenileri başka yerlere iskan etme politikası izledi ve “Zorunlu Sevk ve İskan" kararı verdi. Bu dönemde Ermeni komitacılarının alıp uyguladıkları kararlar ve yapılan katliamlara ilişkin belgeler Osmanlı arşivinde bulunmaktadır. Sevk ve İskan Kanunu iki maddeden oluşan ve tamamen devlet düzenini korumaya, şiddete ve teröre karşı geliştirilen bir yetki kanunudur. Kanunun uygulanışını açıklayan mevzuatta, gayrimenkulün yok edilmesi ve insanların öldürülmesi yönünde herhangi bir amaç olmadığı gibi; bilakis uygulamada yaşanan aksaklıklar idam cezasına kadar uzanan ağır cezalarla giderilmeye çalışılmıştır. “Ermeni Soykırımı” ile ilgili iddiaların başında, tehcir sırasında 1.5-3 milyon Ermeni’nin kaydedildiğine dair suçlamalar gelir. Ancak gerek Osmanlı gerek Ermeni ve yabancı istatistiklerin verilerine göre 1. Dünya Savaşı döneminde yaşayan Ermenilerin nüfusunun 1.250.000 civarında olduğu bu iddianın geçersiz ve asılsız olduğunu göstermektedir. Aynı zamanda tehcir sırasında kaç Ermeni'nin nereden alınarak nereye göç ettirildiği resmi belgelerde mevcuttur. 

    Sözde “Ermeni Meselesi”, Ermeni yurdu konusu ve tehcir olayı Lozan Antlaşması ile hukuki ve siyasi olarak sona erdi ancak Ermeniler, Türk topraklarından yurt edinme emelleri doğrultusundaki faaliyetlerine hiç ara vermedi. Ermenilerin ortaya attığı asılsız iddialar 1965 yıllarında dini-siyasi-kültürel bir havaya bürünerek tekrar gündeme geldi ve “24 Nisan 1915 Ermeni Soykırım Günü" olarak ilân edildi. 1965’ten itibaren ise dünyanın dört bir yanındaki Ermeniler her yıl bu günü anarak Türkleri karalamaya devam etti. Bu faaliyetler, dünyadaki Ermenileri bilinçlendirmek ve dünya kamuoyunu etkilemek maksadıyla Ermeni diasporası tarafından gerçekleştirildi. Bulundukları ülkelerde “Ermeni Soykırım Anıtları” diktiler. Türk Hükümeti tarafından zoraki kabul ettirilmeye çalışılan bu sorun her fırsatta gündeme gelerek Türk Devleti'nin karşısına çıkan ve günümüze dek canlılığını koruyan bir sorun haline geldi. Türkiye bu meselenin çözümüne oldukça hassas yaklaşsa da çeşitli ülke parlamentolarında gündeme getirilen soykırım tasarıları, Türkiye'nin uzun soluklu bir strateji belirleyip uygulamasındaki en büyük engeldir.

Kaynakça: GÜLER, Ali, Sorun Olan Ermeniler, İstanbul, 2003.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İZLE BUTONUNA TIKLA ABONE OL ! Yazılarınızı E-posta Adresimize Gönderebilirsiniz.